Gönderen Konu: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları  (Okunma sayısı 1064093 defa)

0 Üye ve 375 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Halka Fetvâ verirsin, Ya Sen Niçin Tutmazsın?"
« Yanıtla #1455 : 02 Aralık 2014, 11:12:47 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"İnsanlara iyilik emreder de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki kitap (Tevrât) okuyorsunuz, artık akıl etmez misiniz?"
(Bakara Sûresi, âyet 44)


02
Aralık Salı 2014

Hicrî: 9 Safer 1436 - Rûmî: 19 Teşrin-i Sânî 1430

Mars'a İlk Vasıtanın İnişi (1974)


"Halka Fetvâ verirsin, Ya Sen Niçin Tutmazsın?"

Başkalarına hakkı tebliğ eden kimsenin kendisini unutması caiz olmaz. Başta kendisi amel etmelidir. Asr-ı saâdette Medîne'deki Yahûdi âlimlerinden bazıları, kendilerine gizlice gelip 'Muhammed aleyhisselâm hakkında ne dersin?' diye soranlara, 'doğrudur, haktır' derler, Resûlullâh'a uymalarını emrederlermiş. Fakat gelen hediye ve vergilerden mahrum kalmak endişesiyle kendileri Resûlullâh'a uymazlarmış. Diğer bazıları da 'Allâh'a itâat ediniz, âsî olmayınız' derler, fakat kendileri sözleriyle amel etmezlermiş. İşte bu gibiler hakkında Bakara sûresinin 44. Ayet-i kerîmesi nâzil olmuş; daima kitâbı okuyup da insanlara bol bol iyilik emredip kendilerini unutmalarının âkıl kârı olmadığı bildirilmiştir. Fenalık emretmektense iyilik emretmek elbette iyidir. Fakat aklı olan başkasının iyiliğini isterken kendini unutur mu?

Evvelâ, emir bi'l-ma'rûf ve nehiy ani'l-münkerden maksad, diğerlerini irşâd etmek; doğru yolu göstermektir. Hâlbuki başkasını irşâd edip de kendisini unutmak ve kendisini iyilikten, irşâddan mahrûm etmek, başkasını selâmete çıkarıp kendini ateşe atmak demektir.

İkinci olarak, insanlara vaaz vererek ilmini yayıp da kendisi, kendi nasîhatini dinlememek, kendini ve ilmini fiilen tekzîb etmektir. Halkı bir taraftan irşâd etmek isterken diğer taraftan saptırmaktır. Üçüncüsü, söylediği sözün, verdiği nasîhatin bir kıymeti ve kalblerde bir nüfûzu olduğu görülmek istenir. Boşuna emir, boşuna gevezelik âkıl kârı değildir. Hâlbuki verdiği nasîhatin aksiyle amel etmek onun kıymetini kırmak ve herkesi ondan nefret ettirmektir. Daha açıkçası bindiği dalı kesmek, oturduğu evi yıkmaktır ki bundan büyük budalalık olmaz.

Buhârî ve Müslim'de şu Hadîs-i Şerîf rivâyet olunmuştur: Kıyâmet gününde bir adam getirilir, ateşe atılır, ateş içinde değirmen taşı gibi dönmeye başlar. Cehennemdekiler onun etrafını çevirirler. 'Ey fülân! Sen bize iyilikleri emreder, fenâlıklardan nehyeder değil miydin?' derler. 'Evet, amma ben size emreder, kendim yapmazdım, sizi nehyeder kendim yapardım' der.

Binâenaleyh insan başkasına nasîhat ederken kendini unutmamalı, başkasına nasihat verip de kendi zakkum salkımı yutmamalıdır. İrşâd için doğru söyleyenlerin akıbeti böyle olursa, saptırmak için eğri söyleyenlerin azabı ne olur... (Elmalı Tefsiri, Bakara S., 44. âyet)




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ölümden Sonra Dirilmek Haktır
« Yanıtla #1456 : 03 Aralık 2014, 11:04:13 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Ve sur üflenmiştir de göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır (ölmüştür). Ancak Allâh'ın dilediği müstesna. Sonra Sur'a bir daha üflenmiştir, bu kere de hep onlar kalkmış, bakıyorlar."
(Zümer sûresi, âyet 68)


03
Aralık Çarşamba 2014

Hicrî: 10 Safer 1436 - Rûmî: 20 Teşrin-i Sânî 1430

Kıyafet Kanunu'nun TBMM'de Kabulü (1934)


Ölümden Sonra Dirilmek Haktır

Kıyamet koptuktan bir müddet sonra Allâhu Teâlâ'nın emri ile İsrâfil aleyhisselam ismindeki melek sûr'a ikinci defa üfleyecek, bütün insanlar yeniden hayat bularak kabirlerinden kalkacak, mahşer meydanında toplanacaklardır.

Bir insanın bedeni yüz binlerce parçaya ayrılsa, her tarafa savrulsa, çürüyüp büsbütün mahvolsa yine Hak Tealâ bunları dilediği zaman kudreti ile bir araya toplar, yeniden diriltir.

İnsanların böyle -ruhların cesetlerine yeniden girerek- yeniden hayat bulmalarına "haşr-i ecsad" denir.

İnsan ölünce ruhu muvakkaten başka bir âleme gider, orada ameline göre ya rahat yaşar veya azap görür. O âleme "Alem-i berzah" denir ki, dünya ile âhiretten başka bir âlemdir. Hayat ile ölüm arasında uyku âlemi nasılsa dünya ile âhiret arasında berzah âlemi de öyledir.

Ahiret başlayınca her ruh, kendi sahibinin Allâh'ın emri ile teşekkül edecek olan bedenine tekrar girer, onunla birleşir, birlikte mahşere gider.

Mahşerde her mükellef insandan sorulacak suallerin cevabı istenecek, amel defteri kendisine verilecek, dünyadaki amelleri mizana konulacak, mü'minlerin bir kısmı peygamberlerin vesair büyük zatların şefaatlerine nâil olacak, her kişi mecbûren "Sırat" köprüsünden geçecek; insanların bir kısmı sırattan geçerek Cennete girecek, bir kısmı da bundan geçemeyip Cehenneme düşecektir. Cennet, hatır ve hayale gelmeyen maddî, manevî ve ebedî nimetler bulunan, hâlen mevcut ve sekiz tabakaya ayrılmış bir mükâfat âlemidir.

Mü'minler, Cennette pek büyük nimetlere ereceklerdir. Bu nimetlerin en büyüğü Allâhü Teâlâ'yı mekândan, zamandan münezzeh ve şanına lâyık olarak vakit vakit görmek şerefine nail olmaktır. Buna "Rü'yetullah" denir. iman sahipleri bu nimete nail oldukça cennetin sair bütün nimetlerini unutacaklardır.

Cehennem, bütün kâfirler ile bazı günahkâr mü'minler için yaradılmış, yedi derekeye (aşağı tabakaya) bölünmüş bir azap kaynağıdır. Burada kâfirler ebedî surette kalarak azap olunacaklardır. Günahkâr mü'minler ise bir müddet azap gördükten sonra affolunarak cennete konulacaklardır.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Resûlullâh'ın Kılıcı Zülfikar | Fıkra: Kimin içi Yanar
« Yanıtla #1457 : 15 Aralık 2014, 10:32:38 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Muhakkak sadaka, yetmiş kötülük kapısını kapatır."
(Hadîs-i Şerîf, el-Mucemü 'l-Kebîr)


04
Aralık Perşembe 2014

Hicrî: 11 Safer 1436 - Rûmî: 21 Teşrin-i Sânî 1430

İnönü, Churchill ve Roosvelt'in Kahire Konferansı (1943)


Resûlullâh'ın Kılıcı Zülfikar

Resûlullâh Efendimizin (s.a.v.) kılıçlarından biri Zülfikar'dır. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), Zülfikar'ı Bedir gününde Münebbih bin Haccâc'dan ganîmet olarak almış ve ona Zülfikar adını vermişti. Bütün harblerde yanında bulundurmuştur. Mekke'nin fethi günü de üzerindeydi. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), onu Hz. Ali'ye vermiş, ondan da onun evladına, nihâyet Abbâsî halîfelerine intikâl etmiştir.

Uhud Harbi'nde muhârebenin en kızgın ve Müslümanların pek müşkil vaziyete düştükleri bir vakitte Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ali'ye müşriklerden bir topluluğu işaret ederek, "Onlara hamle yap" buyurdu. Hz. Ali Zülfikarla onlar üzerine hücum edip onları dağıttı, Amr bin Abdullah Cumahî'yi öldürdü. Sonra Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), başka bir topluluğu gösterdi. Hz. Ali hücûm edip onları da dağıttı ve Şeybe bin Mâlik'i öldürdü. Hazret-i Cibrîl, Resûlullâh Efendimize "İşte bu, hakiki dostluk ve yardımlaşmadır" dedi. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), "O bendendir, ben de ondanım" buyurdu. Hz. Cibrîl de "Ben de her ikinizdenim" dedi. Bu sırada "Lâ seyfe illâ Zülfikar ve lâ fetâ illâ Ali" sesi işitildi ki "Kılıç ancak zülfikardır. Yiğit ancak Ali'dir" demektir.

Şâir Asmaî diyor ki: Bir gün Halîfe Harun Reşîd'in yanına gittim. "Size Resûlullâh Efendimizin (s.a.v.) kılıcını göstereyim mi" dedi. "Evet" dedik. Bir kılıç getirdi ki ondan daha güzelini görmemiştik. Kılıçta on yedi fakr (çentik) saydık. Parlaklığından gözler kamaşıyordu. Onu izin alarak teberrüken öptüm. Bu çentiklerden dolayı o kılıca Zülfikar denilmiştir.


Fıkra:........................................ Kimin içi Yanar

Hoca merhum ahbabından birinin evine gider. Bal, kaymak ve ekmek ikram ederler. Kaymağı ve ekmeği bitirdikten sonra kalan balı yemeye devam eder. Ev sahibi:

"Ekmeksiz bal içini yakar" deyince Hoca merhum:

"Kimin içinin yandığını Allah bilir" der.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Duâ için Faziletli Vakitler | Bilmeceler
« Yanıtla #1458 : 15 Aralık 2014, 10:42:00 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Müslüman bir kimsenin din kardeşine ettiği duâ müstecâbdır (kabul olunur)."
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü 'l-Imân)


05
Aralık Cuma 2014

Hicrî: 12 Safer 1436 - Rûmî: 22 Teşrin-i Sânî 1430

Nuruosmaniye Camii'nin İbadete Açılması (1755)


Duâ için Faziletli Vakitler

Duanın kabulü için faziletli vakitleri ve mekânları gözetmeli, böyle zamanlarda duayı ganimet bilmelidir. Şu vakitlerde dua kabûle daha yakındır:

Cuma günü ezan vakti, Cuma gününün son saati, Cuma namazında son ezan okunurken,

Ezanla kamet arasında, kâmette "kad kâmeti's-salât" denilirken, Çarşamba günü öğle ile ikindi arasında, her günün zeval vaktinde; günün tam ortasında güneş tepede iken. Gecenin son üçte birinde; seher vakitlerinde,

Cuma gecesi, Receb ayının ilk gecesi, Berât gecesi, Kadir gecesinde, Arefe günü ve bayram gecelerinde, İftar vaktinde

Kalb rikkate geldiği; inceldiğinde (zira o, Allâh'ın bir rahmetidir), Hastalık esnasında,

Çoluk çocuğundan ve vatanından uzakta iken,

Beş vakit namazın sonunda,

Kurân-ı Kerîm hatminden sonra,

İhlas suresini okuduktan sonra,

Yüz kişiyi bulan Müslüman cemaat arasında,

Secdede,

Kurân-ı Kerîm'i okuduktan sonra,

Ölünün yanında ve,

Horoz öterken dua kabule yakın olur.

Duanın faziletli olduğu bazı makamlar şunlardır:

Allâh yolunda savaşmak üzere saşar bağlandığında, yağmur yağarken,

Beytullâh'ı; Ka'be-i Muazzama'yı görünce, Beytullâh'ın kapısı ve makâm arasında ve rükün ile Makâm-ı İbrahim arasında.

Bilmeceler:

•  Ne kanı var, ne canı var, beş parmaklı elleri var.

(Eldiven)

•  Konuşmadan söz anlatır, yürümeden söyleyemez. (Kalem)





Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Bazı Dînî Tabirler | Mutfağımız: Susamlı Kurabiye
« Yanıtla #1459 : 15 Aralık 2014, 10:45:02 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Kadınlar için mescitlerin en hayırlısı, kendi evlerinin içerisidir."
(Müsned-i Ahmed)


06
Aralık Cumartesi 2014

Hicrî: 13 Safer 1436 - Rûmî: 23 Teşrin-i Sânî 1430

Ali Kuşcu'nun Vefatı (1474) • Fransa Kralının Kanuni'den Yardım İstemesi (1525)


Bazı Dînî Tabirler

Sahih: Rükünleri ve şartlarına riâyet edilerek yapılan herhangi bir ibadet veya muameledir. Mesela: Farzlarına, vaciplerine riayet edilerek kılınan bir namaz, sahihtir.

Caiz: Yapılması dinde menedilmeyen, yasaklanmayan şey demektir. Bazı muameleler, dünya ahkâmı, hükümleri bakımından sahih olduğu halde ahiret ahkâmı bakımından caiz olmaz. Cuma namazı ile mükellef bir kimsenin Cuma ezanı okunurken yaptığı alış veriş gibi. Böyle bir muamele sahihtir, geçerlidir. Fakat manevi mesuliyetinden dolayı caiz değildir. Câiz, bazan sahih yerinde, bazan da mubah yerinde kullanılır.

Fasid: Aslında sahih iken bir şeyle birlikte olması sebebiyle meşrû olmaktan çıkan şeydir. Meşru olan bir ameli bozup iptal eden şeye de "Müfsid" denir. Kasden yapılırsa azaba sebeptir. Fakat sehven yapılırsa azaba sebep olmaz. Namaz içinde gülmek gibi. Gülmek esasen sahih olan namazı ifsad eder.

Bâtıl: Rukünlerine veya şartlarına tamamen veya bir kısmına riâyet edilmeyen herhangi bir ibadet veya muameledir. Namazın rükunlarından hepsi veya biri olmadan kılınan namaz bâtıldır. Abdestsiz namaz kılmak gibi.

Mutfağımız:.....................Susamlı Kurabiye

Malzemeler: 4 çorba kaşığı tereyağ, zeytinyağı ve pekmez, 1 yumurta, 2 su bardağı un, 1 çay bardağı susam, 1 çay kaşığı tuz, 2 çorba kaşığı sirke.

Hazırlanışı: Tereyağı bir kaba konur. Un, zeytinyağı ve yumurta ilave edilip iyice yoğrulduktan sonra sirke ve tuzu da konur ve gerekirse su eklenir. Yumuşak bir hamur haline gelince 10 dakika kadar dinlendirilip şekil verilir ve tepsiye dizilir. Üzerine sulandırılmış pekmez sürülür, bolca susam serpilir, 200 derecedeki fırında 15-20 dakika pişirilir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hz. Bâkîbillâh'ın Mübarek Hallerinden
« Yanıtla #1460 : 15 Aralık 2014, 10:55:27 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz (s.a.v): 'Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.' buyururlardı.
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)


07
Aralık Pazar 2014

Hicrî: 14 Safer 1436 - Rûmî: 24 Teşrin-i Sânî 1430

Kilis'in Kurtuluşu (1921) • Japonya'nın ABD'ye Pearl Harbour Baskını (1941)


Hz. Bâkîbillâh'ın Mübarek Hallerinden

Muhammed Bâkîbillâh Hazretleri ibâdet ve tâat hususunda büyük bir gayret sâhibi idi. Daima az yer, az uyur, az konuşurlardı. Her gece yatsı namazından sonra teheccüd vaktine kadar Kur'ân-ı Azîmuşşân'ı hatmettikten sonra fecir doğana kadar Yâsîn Sûresini yirmi bir defa okurdu.

Fecrin doğuşundan bîzâr olarak "Yâ Rabbi! Geceler neden böyle çabuk geçiyor?" derlerdi.

Yemek yemede çok ihtiyatlı idi. Bir hediye geldiği zaman onu - sünnet-i seniyyeye uymak için- geri çevirmez, fakat husûsî işlerine sarf etmezlerdi. Yemek pişirenin abdestli olmasını, yemek pişirirken dünya kelamı konuşulmamasını tenbih ederler, "Huzûr ve ihtiyât sâhibi olmayanın yemeklerinden bir duman çıkar ki, feyz kapısını kapatır." buyururlardı.

İşlerinde azîmet ve evlâ ile hareket ederdi. Şüphelilerden kaçındığı gibi mübahların da fazlasından kaçınır, mübahları zarûret miktarı işlerdi.

Daima hüzünlü olduğu halde huzuruna gelenlerle neşeli konuşurdu. İnsanlara yardımcı olur, iyi işlerde onlara yardımcı olmaktan asla kaçınmazdı.

Alimlere ve büyüklere çok hürmet ederdi. Amele âit küçük ve büyük meselelerde, verâ sahibi fıkıh âlimlerine ve kitaplarına mürâcaat ederdi.

Bir kimseden şerîata uygun olmayan bir şeyin meydana geldiğini görse, doğrudan doğruya ve şiddetle mârûfu emretmez, yumuşaklıkla ve kinâye ve îmâlarla bildirir, kalb kırmak istemezdi. Açık olarak emr-i mârûf etmemesinin sebebi, ekseriyetle kendisini diğer insanlardan ayırmamak, üstün görmemek idi. Hiçbir zaman meclisinde kimse kötülenmezdi. Bir kimse onun huzurundayken kalbinden bir Müslümanı küçük görse sözüne o Müslümanı medhederek başlardı. Müritlerinden biri hata işlediği zaman şöyle derdi: "Bunlar bizim hatalarımızdandır. Biz fenâ olunca onlara da akseder."



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Şüpheli Şeylerden Uzak Durmak: VERA | Fıkra: Yitiği Bulmanın Zevki
« Yanıtla #1461 : 15 Aralık 2014, 11:19:39 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Şarap (içki) bütün kötülüklerin anasıdır. Onu içen kimsenin kırk gün namazı kabul olunmaz."
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el- Mu 'cemu 'l-Kebîr)


08
Aralık Pazartesi 2014

Hicrî: 15 Safer 1436 - Rûmî: 25 Teşrin-i Sânî 1430

ABD ve İngiltere'nin Japonya'ya Harp İlanı (1941)


Şüpheli Şeylerden Uzak Durmak: VERA

Haramlardan kaçınmak icap ettiği gibi şüpheli şeylerden dahi sakınmak gerekir ki buna vera' denir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Helaller bellidir, haramlar bellidir. İkisinin arasında şüpheliler (haram olup olmadığı belli olmayanlar) vardır. Bunları insanların çoğu bilmez. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, ırzını ve dinini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere dalarsa, harama düşmüş olur. Koru (girilmesi yasak olan mevkii) etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi, çok sürmez (sürüsü oraya dalar) oradan (haramdan) da yer. Uyanık olunuz! Her hükümdarın bir korusu vardır. Gözünüzü açınız! Allâh'ın yer yüzündeki korusu da haram kıldığı şeylerdir.." buyurarak şüpheli şeylerin harama açılan bir kapı olduğunu ifade etmiştir.

"Kişi mahzurlu olan şeyden korkusu ile mahzursuz olanı terk etmedikçe gerçek takvaya vâsıl olamaz." (Süneni Tirmizi) Bu hadîs-i şerîfde mübahlarla fazla meşguliyetin harama davetçi olduğunu, buna dikkat etmedikçe hakiki takvaya ulaşılamayacağını haber vermektedir.

Hz. Ebu Bekir (r.a.) bir gün kölesinin getirdiği sütten içtikten sonra kölesine, "Bunu nerden aldın?" diye sordu. Köle "Kehanette bulunmuşdum, karşılığında bunu aldım." dedi.

Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a.), içtiği sütü kusarak midesinden çıkardı. Sonra:

"Allâh'ım! Midemde kalıp damarlarıma karışan kısmından sana sığınırım." dedi.


Fıkra:................... Yitiği Bulmanın Zevki

Hoca merhum merkebini kaybetmiş çarşıda pazarda "Kim bulursa yularıyla, semeriyle müjde olarak vereceğim" diye nida ettirmiş. "Hoca efendi, takımıyla bağışladıktan sonra ha tekrar eline geçmiş, ha büsbütün kaybetmişsin" demişler.

"Bulmak zevkini o kadar ehemmiyetsiz mi tutuyorsunuz" demiş.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Allahü Teâla'nın Bütün Kitaplarına îman Etmek Farzdır
« Yanıtla #1462 : 15 Aralık 2014, 11:21:20 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü 'l-Ummâl)


09
Aralık Salı 2014

Hicrî: 16 Safer 1436 - Rûmî: 26 Teşrin-i Sânî 1430

Kudüs'ün İngilizler Tarafından İşgali (1917)


Allahü Teâla'nın Bütün Kitaplarına îman Etmek Farzdır

Allâhü Teâlâ insanları ve cinleri zatına ibadet etsinler, dünyada ve ahirette saadete kavuşsunlar diye yarattı ve onlara kulluk vazifesinin nasıl yapılacağını, böylece dünya ve âhiret saadetine nasıl kavuşulacağını bildirmek üzere peygamberler gönderdi. İlk peygamber ve ilk insan Adem aleyhisselam, son peygamber Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselamdır. Bunların arasında ne kadar peygamber geldiğini Allâhü Teâlâ bilir. Allâhü Teâlâ, pek mühim olan peygamberlik vazifesini yerine getirebilmeleri için Peygamberlere talimatını kitapları ile bildirmiştir.

Semavî kitaplar, Hak Teâlâ'nın insanlar hakkında birer mukaddes kanunudur. Allâhü Teâlâ, insanlara haklarını, vazifelerini bu kanunlar vasıtası ile bildirmiştir. Peygamberlerin dünyadaki hayatları muvakkattir, onların ümmetlerine bildirdikleri ilâhî hükümlerin devamı ancak bu kitaplar sayesinde kâbil olabilmiştir. Eğer bu kitaplar olmasaydı, insanlar kendi yaradılışlarındaki hikmetten, kendilerinin uhdelerine düşen vazifelerden, kendileri için hazırlanmış olan âhiret nimetlerinden habersiz kalırlardı, kendi hayatlarını tanzim edecek ilâhî düsturlardan mahrum bulunurlardı.

İşte semavî kitaplara bu gibi yüksek gayelerden, hikmetlerden dolayı insanlık âleminin pek ziyade ihtiyacı bulunmuş ve bu ihtiyacı karşılamak için bu mübarek kitaplar insanlara ihsan buyrulmuştur.

Bu kitaplardan bir kısmına "Suhuf" denir ki: On sahife Hz. Adem'e, elli sahife Hz. Şit'e, otuz sahife Hz. İdris'e, on sahife Hz. İbrahim'e verilmiştir. Dördü de büyük kitaplardır ki: Birincisi, Hz. Musa'ya verilmiş olan Tevrat'tır. İkincisi Hz, Davud'a verilen Zebur'dur. Üçüncüsü, Hz. Isâ'ya verilmiş olan İncil'dir. Dördüncüsü de bizim Peygamberimiz Efendimize (s.a.v.) verilmiş olan Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'ân-ı Kerîm'in gelmesi ile diğer bütün kitapların hükmü kalkmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'in hükmü ise kıyâmete kadar bâkidir; devam edecektir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Müceddid-i Elf-i Sânî Hz. imâm-ı Rabbânî (k.s.)
« Yanıtla #1463 : 15 Aralık 2014, 11:22:59 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Ümmetimden Sıla isminde biri gelir, onun şefâati ile birçok kimse cennete girer."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü 'l-Ummâl)


10
Aralık Çarşamba 2014

Hicrî: 17 Safer 1436 - Rûmî: 27 Teşrin-i Sânî 1430

İnsan Hakları Beyannamesi'nin Yayınlanması (1948)


Müceddid-i Elf-i Sânî Hz. imâm-ı Rabbânî (k.s.)

Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye-i Aliyye'nin yirmi üçüncü halkası olan İmâm-ı Rabbânî Hazretleri 971 (M. 1564) yılında Aşûrâ gününde Serhend'de (Hindistan) doğmuştur. İsmi Ahmed, babasının ismi Abdülehad, dedesinin ismi Zeynelâbidîn'dir. Lakabı, Bedreddîn, künyesi Ebu'l-Berekât'tır. Nesli 28. batında Hz. Ömer'e (r.a.) ulaşır. Muhammed Bâkîbillâh Hazretleri kendisine "İmâm-ı Rabbânî" ismini vermişlerdir. Ahmed Farukî-i Serhendi Hazretleri "İmâm-ı Rabbânî" ismiyle bilinir. Hicrî ikinci bin yılın müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı kendisine "Müceddid-i Elf-i Sânî" denilmiştir.

Ahkâm-ı İslâmiyye ve tasavvufu birleştirmesinden dolayı da birleştirici mânâsında "Sıla" ismi verilmiştir.

Hz. Ömer'in (r.a.) neslinden geldiği için "Fârûkî" diye anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle "Serhendî" nisbesi verilmiştir.

Bütün bu vasıfları ile beraber ismi, İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Şeyh Ahmed Fârûkî Serhendî'dir. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Hanefî mezhebindendir. Babası ve dedelerinin hepsi zamanlarının büyük âlimleri, sâlih ve faziletli kimseleri idiler. Babası Abdülehad (k.s.) zâhirî ve bâtınî ilimlerde âlim, tasavvufta yüksek mertebelere ulaşmış faziletli bir zât idi. Gençliğinde insanlara doğru yolu göstermek için seyahat ettiği sıralarda, Hindistan'ın meşhur bir kasabasında, o memleketin ileri gelenlerinden birine mensup sâliha bir hanım, firâseti ile Abdülehad'ın (k.s.) mübârek bir zât olduğunu anlamıştı. Bu hanımın iffetli, güzel hasletlere sahip bir kız kardeşi vardı. Abdülehad'a (k.s.) kardeşiyle evlenmesini teklifte bulundu. Bu evliliklerinden İmâm-ı Rabbânî Hazretleri doğdu.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, Resûlullâh Efendimiz'in (s.a.v.) sünnetini ihyâ ediyor ve kuvvetlendiriyordu. Müritlerini daima Resûlullâh'ın (s.a.v.) şeriatına sarılmaya, onun sünnetini yaşatmaya ve her şeyi sünnete uygun olarak yapıp sünnete muhâlif olan her şeyi terk etmeye teşvik ediyordu. Zaten Nakşibendiyye yolunun esâsını da bu teşkil etmektedir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda dinini muhafaza için sabreden kimse, ateş korunu elinde tutan gibi olacak."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)


11
Aralık Perşembe 2014

Hicrî: 18 Safer 1436 - Rûmî: 28 Teşrin-i Sânî 1430

M.G.K.'nın Kuruluşu (1962) • Rusların Çeçenistan'a Girmesi (1994)


Müceddid-i Elf-i Sânî imâm-ı Rabbânî Hazretlerine Dâir

İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin en meşhur ve en çok okunan eseri Mektûbât'ıdır. Muhtelif zamanlarda muhtelif kimselere gönderdiği mektupları, kendisi daha hayattayken müritleri tarafından bir araya getirilmiştir.

Aralarında zamanın pâdişâhlarının ve idârecilerinin de bulunduğu yüzlerce insanı mektupları ile Resûlullah'ın sünnetine uygun itikad ve amele davet ediyor, birçok âlim ve velîler yetiştiriyordu. Yatsı ve vitir namazını kıldıktan sonra hemen uyur, yatmadan evvel okunması icab eden âyetleri ve duâları okurlardı. Yatsıdan sonra hemen yatmayı tavsiye eder ve:

"Yatsıdan sonra uyanık durmak, gecenin sonunda uyanmayı geciktirir." buyururlardı.

Yaz olsun kış olsun dâima; seferde ve hazarda, ekseriyâ gecenin yarısından sonra, bazen de gecenin üçte ikisi geçtikten sonra kalkarlar, tam bir abdest alırlar ve o vakitte okunması sünnet olan duâları okurlardı. Abdest alırken başka birinin su dökmesini istemezlerdi. Abdest suyunda israf etmemeye o kadar ihtiyatlı davranırlardı ki, daha fazlası tasavvur olunamazdı. Abdest alırken kıbleye dönmeye çok dikkat ederler. Fakat sıra ayaklarına gelince ayaklarını kıbleye karşı yıkamazlardı.

Her namazda misvak kullanmaya ve her namaz için abdest almaya çok dikkat ederlerdi. Her uzvu yıkarken kelime-i şehâdet ve fıkıh kitablarında bildirilen abdest duâlarını okurlardı. Sonra da teheccüd namazı, Kur'ân-ı Kerîm hatmi ve evrad ve ezkâr ile meşgul olurlardı. Bilhassa Cuma ve Pazartesi geceleri ve günlerinde salevât-ı şerîfeyi çok okurlardı.



Atalar Sözü:

•  Bir şem'i ki Hak yakarsa cihân üşese sönmez.

•  Alemde tevekkül gibi hergiz hüner olmaz.

•  İrşâdı kâbil olan insân olur.

•  Damlaya damlaya elbet göl olur.

•  Mühür kimdeyse Süleymân odur.





Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Asıl Yiğit Öfkelendiğinde Nefsine Mâlik Olabilendir."
« Yanıtla #1465 : 15 Aralık 2014, 11:28:23 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Muhakkak öfke insan kalbinde yanan bir kordur. Öfkelinin gözlerinin kızarmasını görmüyor musunuz? Öfkelenen kimse ayakta ise otursun, oturuyorsa yatsın."
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü 'l-Îmân)


12
Aralık Cuma 2014

Hicrî: 19 Safer 1436 - Rûmî: 29 Teşrin-i Sânî 1430

Bangladeş'in İstiklâli (1971)


"Asıl Yiğit Öfkelendiğinde Nefsine Mâlik Olabilendir."

Gazap; öfke külün altında gizli kor gibi kalpte gizlenen bir ateştir. Kibir onu alevlendirir. Gazap, şeytanın yaratıldığı ateşten yaratılmıştır. Gazap kötü bir huydur.

Bir adam: "Ya ResûlAllah! Bana yapabileceğim az ama makbûl bir amel öğret" dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v) ona; "Öfkelenme" buyurdu. Adam tekrar sordu; Resûl-i Ekrem (s.a.v.) tekrar aynı cevabı verdi. İbn-i Mesûd (r.a.): "Asıl yiğit öfkelendiğinde nefsine malik olabilendir." buyurdu.

İnsanda gazabın aşırılığı veya hiç olmaması yahut zayıf olması makbûl değildir. Gazab çok olduğunda akla uymayan iş yapmaya sebep olur, kişinin dışını ve içini çirkinleştirir. Azlığı yahut yokluğu da hamiyetsizliği doğurur. Makbûl olanı mutedil olmasıdır. Allâhü Teâlâ, Ashâb-ı Kirâmı makbûl olan derecesiyle medhetmiş ve - meâlen- "Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merha­metlidirler." (Fetih sûresi, âyet 29)" buyurmuştur. Yani gazab sadece Hakkın rızası için olmalıdır.

Hz. Ali (k.v.) buyurdu: "Resûlullâh aleyhisselâm dünyaya ait şeyler için asla öfkelenmezdi. Ancak hak uğrunda gazablandığında kimse onu tanıyamaz, hakkı yerine getirinceye kadar önünde kimse duramazdı."

Öfkeyi tamamen yok etmek mümkün değilse de azaltmak mümkündür. Kişi evvelâ öfkesini yutmanın sevabının büyük olduğunu bilmelidir. Sonra nefsini Allâh'ın azâbıyla korkutmalıdır. Hatırına öfkelenen başka bir adamın hal ve vaziyetindeki çirkinliği getirmelidir. İyi bilmeli ki eğer öfkesine göre hareket ederse vahşi yırtıcılara benzeyecek, eğer öfkesine sabredip hilimle hareket ederse peygamberler ve evliyaya benzeyecektir.

Öfke anında hemen "Eûzübillâhi mineşşeytânirracîm" demelidir. Ayakta ise oturur, oturuyorsa uzanır. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:

"Sarı Sabır (yani azvay) otunun balı bozduğu gibi, öfke de îmânı ifsad eder. " (Beyhakî, Şuabü 'l-Imân)



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ashâb-ı Kirâm'ın Bazı Yüksek Vasıfları | İsimlerimiz
« Yanıtla #1466 : 15 Aralık 2014, 11:30:59 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) helâya girmek istediği zaman "Allâhümme innî e'ûzü bike mine'l-hubusi ve'l-habâis" diyerek duâ ederdi."
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)


13
Aralık Cumartesi 2014

Hicrî: 20 Safer 1436 - Rûmî: 30 Teşrin-i Sânî 1430

Sultan Birinci Mahmud'un Vefatı ve Sultan Üçüncü Osman'ın Tahta Çıkışı (1754) • Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne Katılması (1995)


Ashâb-ı Kirâm'ın Bazı Yüksek Vasıfları

Ashâb-ı Kirâm iki kısımdır: Muhâcirler ve Ensâr. Mekke'nin fethinden evvel hicret edenler Muhâcirlerdir. Muhâcir sahâbelere yardım eden Medineli Müslümanlara da Ensâr denilir.

Ashâb-ı Kirâm'ın faziletleri ve yüksek vasıfları Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilmiştir. Onlar hep Resûlullâh Efendimizin talimatlarıyla yetişmiş ve Hz. Peygamberin ardından da bu ümmetin reisleri olmuşlardır.

Onların Kur'ân-ı Kerîm'de geçen bizim de uymamız lazım gelen bazı yüksek vasıfları şunlardır:

Sâbirler, sebatkârlar, sâdıklar vefâdarlar, tâatteler, infaktalar, seherleri istiğfardalar.

Tevbe ederler, ibadet ederler, oruç tutarlar, rükû ve secde ile namaz kılarlar, iyiliği emir ve kötülüğü nehyederler, hudûdullâh'ı (: Allâh'ın tayin etmiş olduğu cezaları yerli yerince) tatbik ederek, muhâfaza edip şeriatın tayin ettiği daireden çıkmazlar, sadaka verirler ve Hakk'a inkıyâd ederler ve Allâh'ü Teâlâ'yı çok zikrederler. Namazlarında huşû üzeredirler, faydasız sözlerden yüz çevirirler, zekât verirler, zevcelerinden başkasından avretlerini muhafaza ederler. Mallarında muhtâçlar için hak olduğunu bilip, gerek kendilerinden bir şey isteyenlere ve gerek halini kimseye bildiremeyenlere verir ve yemek yedirirler.

Kâfirlere ve dinsizlere şiddetli olup kendi aralarında müşfikâne muâmele ederler, yüzleri ibadet eseriyle nurludur. Ticaret ve alış verişleri kendilerini Allâhı zikirden ve namaz kılmaktan ve zekât ve sadaka vermekten men ve meşgul etmez. Kalplerin ve gözlerin döneceği âhiret gününden korkarlar. Kendileri muhtaç olmalarına rağmen,

'Biz sizi sırf Allâh rızâsı için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür istemiyoruz' diyerek fakiri, yetimi ve esiri doyururlar.

(Nimet-i islam)

İsimlerimiz: Erkek: Halil, Kız: Halide




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Kulun günâhları çoğalıp bunlara keffâret olacak ameli de bulunmadığı zaman, Allâhü Teâlâ günâhlarına keffâret olması için ona hüzün ve keder verir."
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)


14
Aralık Pazar 2014

Hicrî: 21 Safer 1436 - Rûmî: 01 Kânûn-ı Evvel 1430

Amundsen'in Güney Kutbu'nu Keşfi (1911) • Bosna Barış Antlaşması (1995)


Bir Endülüslünün Serzenişi

Son Endülüs Müslümanlarından bir zat 1610 (h. 1019) senesinde Endülüslülerin artık tamamen memleketlerinden sürülüp çıkarıldıkları bir sırada engizisyonun zulümlerini protesto etmiş ve Müslümanların vaktiyle Hıristiyanlara karşı göstermiş oldukları insanlığı şöyle ifade etmiştir:

"Muzaffer ecdadımız, ellerinde kuvvet bulunduğu devirlerde Endülüs'ten Hıristiyanlığı tamamen kaldırmak istediler mi? Sizin ecdadınız onların hâkimiyet zincirine bağlı iken onlar Hıristiyanların dini âyinlerini tam bir serbestlik içinde icra etmelerine tahammül etmediler mi? Her hangi bir ülke İslâm kılıcı ile feth edilmiş olsa o millet fertlerinin senelik mutedil bir haraç ödemesi karşılığında -bu inançları batıl olmasına rağmen- âyinlerine izin verilmedi mi? Sizin menfur ve zalim engizisyonunuza benzeyen mahkemenizin bizde misali bulunduğunu iddia edemezsiniz.

Şüphesiz dinimizi kabul etmek isteyenlere bizim kardeşlik kucağımız daima açıktır. Kur'ân-ı Kerîm vicdanlara baskı yapılmasına izin vermez. İslâm dinine girenler her türlü yardıma nail olurlar. Allâh'ın birliğine, Peygamberimizin risaletine şehadet getirir getirmez, kayıtsız şartsız müslüman olur, bizden sayılırlar. Kızlarımızla evlenirler; şerefli, faydalı ve itimadın gerekli olduğu yüksek makamlarda istihdam olunabilirler. Biz yalnız onların bizim gibi giyinmeleri ve -vicdanlarını tedkik etmeksizin- zahire göre gerçek Müslüman görünmeleri ile yetiniriz.

Şu şartla ki onlar dinimizi açıktan açığa maskaraya alıp sövüp saymasınlar. Ancak böyle bir harekete giriştikleri takdirde o gibileri gerçekten cezalandırırız. Çünkü kendi rızaları ile bu dini seçmişler, zorla getirilmemişlerdir."


Mutfağımız:.......................... Baharatlı Patates Haşlaması

Malzemeler: 4 Adet patates, 3 çorba kaşığı tereyağı, yeteri kadar kekik, pul biber, nane, kimyon ve tuz.

Hazırlanışı: Patatesler parmak şeklinde doğranır, tencerede patateslerin üzerine çıkacak kadar su konur, baharatları da koyup kısık ateşte patatesler yumuşayıncaya kadar pişirilir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Bazı Dînî Tabirler | Beyt
« Yanıtla #1468 : 15 Aralık 2014, 11:35:53 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Bir kul diline hâkim olmadıkça kâmil imana kavuşamaz."
(Taberânî, el-Mu 'cemü 'l-Kebîr)


15
Aralık Pazartesi 2014

Hicrî: 22 Safer 1436 - Rûmî: 02 Kânûn-ı Evvel 1430

Sultan İkinci Selim Han'ın Vefatı (1574)


Bazı Dînî Tabirler


Mekruh: İşlenmesinde kat'î bir nehiy; yasak bulunmayıp yapılması doğru bulunmayan ve terki tercih olunan şeydir. Böyle bir fiilde "kerahet" bulunmuş olur.

Kerahet: Her halde terk edilmesi iyi olan bir şeyin terk edilmeyip, yapılması demektir ve iki kısma ayrılır.

Birisi "Kerahet-i tahrîmiyye"dir ki, harama yakın olan kerahettir. Bu İmam-ı A'zam ile İmam Ebu Yusufa göredir. İmam Muhammed'e göre kerahat-i tahrimiyye ile mekruh olan bir şey haram kabilindendir. Yani: Haram gibi ahirette azab olur.

Diğeri de "Kerahet-i tenzîhiye"dir ki helale yakın bulunan kerahettir. Kerahet-i tenzihiyye ile mekruh olan bir şey ise ittifakla helale yakındır. Bunu işleyene, azab edilmez. Fakat terk edilmesi sevaba vesile olur.

Fıkıh kitaplarında kullanılan mutlak "kerahet"ten çok kere kerahet-i tahrimiyye kasdedilir.

Haram: Yapılması, kullanılması, yiyilip içilmesi dinde kat'i bir delil ile men'edilmiş olan herhangi bir şeydir. İki kısma ayrılır. Liaynihî haram: Aslı itibariyle herkes için haram olan şeydir. Şarap, akan kan ve lâşe gibi.

Ligayrihî haram: Aslında helal olup, başkasının hakkından dolayı haram olan şeydir ki, sahibinin izni bulunmadıkça ondan başkalarının istifade etmesi caiz olmaz. Komşularımıza ait olan herhangi kıymetli bir mal veya bir yiyecek gibi.

Haramın terkinden dolayı sevap, yapılmasından dolayı da azap vardır. Haram olduğu ittifak ile, kat'î olarak sabit bulunan bir şeyi helal saymak ise insanı imandan mahrum eder.

Beyt:                                                                                                         

Âşık-ı sâdıkda dil birdir olamaz yâr iki Hîçbir taht üzre mümkin mi ola hünkâr iki.

(Sultan İkinci Selim Han)

(Bir taht üstünde iki padişah olmayacağı gibi sâdık âşıkın kalbi bir olduğundan yâr da birdir, iki olamaz.)





Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ebû Zer ile Bilâl (Radıyallâhü Anhüma) | Saferu'l-Hayr | Poğaça
« Yanıtla #1469 : 16 Aralık 2014, 17:02:42 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Bir kimsenin başka birine karşı fazileti; üstünlüğü ancak din veya sâlih amel iledir."
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)


16
Aralık Salı 2014

Hicrî: 23 Safer 1436 - Rûmî: 03 Kânûn-ı Evvel 1430

Musul'un Cemiyet-i Akvam (BM) Tarafından Irak'a Verilmesi (1925) • Kazakistan'ın İstiklâli (1991)


Ebû Zer ile Bilâl (Radıyallâhü Anhüma)

Ebû Zer radıyallâhü anh ile Bilâl radıyallâhü anh arasında geçen bir münakaşa esnasında Hz. Ebû Zer, Hazret-i Bilâl'i vâlidesinin siyahlığı ile ayıpladı. Hz. Bilâl Resûlullâh Efendimize (s.a.v.) gidip onun bu sözünden dolayı şikâyette bulundu.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) Ebû Zerr'i (r.a.) çağırttılar. Yanına gelince:

Öyle zannediyorum ki sende câhiliye kibrinden bir şeyler kalmış, buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Zer (r.a.), hemen kendisini yere attı ve yanağını toprağa koyup:

Bilal gelip de yanağıma ayağıyla basmadıkça vallâhi yanağımı yerden kaldırmayacağım, dedi.

Hz. Bilâl (r.a.) gelip ayağıyla bastıktan sonra barıştılar. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdular: "Din kardeşleriniz sizin dindeki noksanlarınızı tamamlamakta yardımcılarınızdır."

Saferu'l-Hayr

Bu hayırlı ayın son çarşamba gecesi veya günü, semâvî ve arzî âfetlerden muhâfaza olunmak için iki rek'at namaz kılınır. Her rek'atte 1 Fâtiha, 11 İhlâs-ı şerîf okunur. Namazdan sonra da, en az 11 istiğfâr ve 11 Salât-ı Münciye okunup duâ edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

Mutfağımız:..... Poğaça

Malzemeler:

1 su bardağı süt, 1 çay bardağı su, 5 su bardağı un, 1 adet yumurta, 3 çorba kaşığı tereyağı, 1 paket maya, 1 tatlı kaşığı tuz, toz şeker, 1 çay bardağı zeytinyağı.

İçi için: Yarım bağ maydanoz, yeteri kadar lor veya peynir.

Hazırlanışı:

Malzemeler karıştırılarak yoğrulur. Sıcak bir yerde 1 saat mayalanmaya bırakıldıktan sonra cevizden biraz büyükçe hamurlar, avuç içinde açılır. İçine maydanoz ve peynir karışımından koyup kapatılır. Üstlerine yumurta sarısı sürülür, çörek otu serpilir ve önceden 180 derecede ısıtılmış fırında pişirilir.