Gönderen Konu: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları  (Okunma sayısı 1064041 defa)

0 Üye ve 298 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları
« Yanıtla #1335 : 04 Ağustos 2014, 14:23:26 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Allâhü Teâlâ buyurur: Herhangi bir kulumu gözlerinden mahrum bırakmak sûretiyle imtihân ettiğimde, sabrederse, gözlerine karşılık ona cenneti veririm."
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)




03
Ağustos Pazar 2014

Hicrî: 7 Şevval 1435 - Rûmî: 21 Temmuz 1430

Estergon Kalesi'nin Fethi (1545)


O'nun Maiyyetindekiler: Katâde Bin Nu'mân (r.a.)

Ensâr-ı Kirâm'ın büyüklerindendir. İkinci Akabe Biatı'nda bulundu. Bedir, Uhud, Hendek harpleri başta olmak üzere Resûlullah'ın (s.a.v.) yanında bütün harblere iştirak etmiştir.

Katâde bin Numan (r.a.) Uhud harbinde gözünden vurulmuş, gözü yerinden çıkıp yanağına düşmüştü. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz mübarek tükrüğü ile Hz. Katâde'nin gözünü yerine yerleştirmiş ve artık eskisinden daha güzel görmeye başlamıştır. Hz. Katâde'nin (r.a.) bir torunu, yıllar sonra Emevî halifelerinden Ömer bin Abdülaziz'in (r.a.) huzurunda kendisini şöyle tanıtmıştır: "Ben öyle bir zatın torunuyum ki, Resûl-i Ekrem (s.a.v), onun çıkmış gözünü eliyle yerine koymuş ve o anda şifa bularak gözlerin en güzeli olmuştur."

Resûlullah (s.a.v.) zifiri karanlık bir gecede yatsı namazını kılmak üzere evinden çıkıp mescide giderken yolda bir şimşek çaktı ve Resûlullah (s.a.v.) Katâde bin Numan'ı görüp: "Katâde sen misin?" buyurdu. Hz. Katâde:

"Evet, Yâ ResûlAllah! Benim. Böyle bir havada namaza gelenler az olur diye düşündüm ve namaza gelenler arasında olmak istedim." dedi. Resûlullah (s.a.v.):

"Namaz bittikten sonra hemen ayrılma, bana uğra!" buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) namazdan sonra Hz. Katâde'ye kuru bir hurma dalı verip:

"Al bunu. Bundan sonra önünden ve arkandan on adımı aydınlatacaktır." buyurdu. O günden sonra Hz. Katâde (r.a.) bir yere giderken o hurma dalı kandil gibi etrafını aydınlatırdı.

Hz. Katâde (r.a.) hadis âlimi ve siyer-megâzî müelliflerinden Asım bin Ömer'in dedesidir. Mekke'nin fethinde kabilesi Benî Zafer'in sancağını taşımıştır.

Peygamber Efendimizden (s.a.v.) hadisler rivayet etmiş ve hicri yirmi üç senesinde altmış beş yaşındayken vefat etmiştir. Cenaze namazını Hz. Ömer (r.a.) kıldırmıştır. (RadıyAllahu anh.)




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Hayâ imandandır" | Mutfağımız: Kabaklı Aş
« Yanıtla #1336 : 04 Ağustos 2014, 14:26:52 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Bir hata (günah), gizlice yapılmış olursa zararı yalnız onu yapana ait¬tir. Fakat âşikâr yapılır -da men edilmez- ise zararı herkese dokunur."
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr)




04
Ağustos Pazartesi 2014

Hicrî: 8 Şevval 1435 - Rûmî: 22 Temmuz 1430

Beylerbeyi Ramazan Paşa'nın Portekizlere Karşı Vâdi's-Seyl (Fas) Zaferi (1578) • İngiltere'nin Almanya'ya Harp İlanı (1914)


"Hayâ imandandır"

Eski zaman padişahlarından biri bir gece nefsine uyup günah işler. Ertesi gün o diyarın evliyasından biri padişahı ziyarete gelir. Padişah o zata çok iltifat eder. O da padişahın iltifatlarına mağrur olmuş gibi konuşmasında yakışıksız bir söz söyler. Padişah "Biraz iltifat edince bizi hafife aldı." diye düşünüp "Niçin bizim meclisimizde yakışıksız söz söyledin. Sana yüz verdikse küstahlığın manası var mı? Halifelik şerefi yok mudur? diye azarlar. O zatın maksadı padişahı terbiye etmektir.

"Eğer sen halifelik şerefine riayet etseydin önce kendi nefsinden hayâ ederdin. Sen şöyle bir iş yapmazdın." diyerek gece işlediği günaha işaret eder.

Padişah neye uğradığını bilemeyip hayrete düşer. O zata olan itimadı daha da artar, kendisini irşada geldiğini anlar, özür dileyip tevbe ve istiğfar eder. Ondan sonra tenhada aklına şeytandan bir vesvese gelse kendinden hayâ eder, bu suretle kötülüklerden tamamen vazgeçip sonunda velilik derecesine ulaşır.

O halde her kişinin kendini düşünüp hayâ etmesi lazımdır. Allâhü Teâlâ böyle kimselere hayırlar ihsan eder. Sahih-i Buhârî'de geçen bir hadis-i şerifte;

"Hayâ kişiye hayırdan başka bir şey getirmez" başka bir rivayette

"Hayâ imandandır." buyrulmuştur.


Mutfağımız:........................................... Kabaklı Aş (5 kişilik)

Malzemeler: 1-2 adet yeşil kabak, 1,5 su bardağı iri bulgur, 1 adet soğan ve domates, yarım su bardağı zeytinyağı, 3 su bardağı su, yarım yemek kaşığı domates salçası, kimyon, kırmızı biber, tuz. Hazırlanışı: Kabakların kabuğu alacalı soyulur ve çok küçük olmayacak şekilde doğranır. Soğanlar ince, domatesler dört köşe doğranır. Önce soğan, sonra domates zeytinyağında pembeleşinceye kadar kavrulur, salça konur, kimyon ve kırmızı biber serpilip karıştırılır. Azıcık bulgur veya pirinç konulur. Sıcak su ilave edilip suyu çekinceye kadar pişirilir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Niyetin Sevabı | Sağlık:................... D Vitamini
« Yanıtla #1337 : 05 Ağustos 2014, 13:05:59 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Cenâb-ı Hakk'a, kulların en sevimlisi, takvâ ehli olup da kendisini gizleyenlerdir."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü 'l-Ummâl)




05
Ağustos Salı 2014

Hicrî: 9 Şevval 1435 - Rûmî: 23 Temmuz 1430

Turgut Reis'in Ponza Zaferi (1552) • Fransızların Cezayir'de Katliamı (45 bin insan katledildi) (1945)


Niyetin Sevabı

İnsanların işledikleri ameli, Hafaza melekleri yazmaya memurdurlar. Lakin onlar niyete vâkıf olamazlar. Yaptığımız ameller melekler divanında, niyetlerimiz ise Allâh'ın divanındadır. Hadîs-i Kudsî'de;

"Ey Hafaza meleklerim! Sizler kullarımın amellerini yazmaya memursunuz. Ben ise onların nefsindekini pek iyi bilir ve muhafaza ederim" buyuruldu.

Amellerin sevabı cennette verilir. Niyetin sevabı ise Cenâb-ı Hakk'a yakınlık dereceleriyle verilir.

"Niyeti olmayanın ameli yoktur. Hasenesi (hayırlı amelleri) olmayan da sevabını alamaz."


Sağlık:................... D Vitamini

D Vitamini, kalsiyumun böbrekten atılmasını azaltıp bağırsaklardan kana geçerek kemiğin ve adelelerin kuvvetlenmesini sağlar. Düşme riskinin azalması, meme ve kolon kanserini önleme, kan basıncında azalma gibi mühim tesirleri de mevcuttur.

Güneş en büyük D vitamini kaynağıdır. Yumurta sarısı, karaciğer, yağlı balıklar, balık yağı, kakao, tereyağı, süt gibi bazı gıdalarda bulunur.

D vitamini eksikliği yetişkinlerde: Sırt, kalça, ayak ve bazan da kaburga ağrılarına yol açar. İleri yaşlarda kemiklerde eğrilik ve çarpıklıklar ortaya çıkabilir.

Kalsiyumun azalmasından adele kasılmaları, kramplar olur, kemik ve adele zayışığından merdiven inip çıkmakta zorlanır, yorgunluk hissederler, kemiklerde kırıklar ortaya çıkar.

Yaşlılarda ise muvazene; denge kaybına, adele gücünde azalmaya yol açtığı için düşme artar ve kemiklerde kırıklar olur. Yürüme, hareket etme kabiliyeti azalır. Hafıza kaybı olabilir, enfeksiyon riski artabilir ve sık hastalanabilirler.

D Vitaminin fazla olmasından da kusma, ishal, halsizlik, huzursuzluk, kabızlık, iştahsızlık, ağız kuruluğu, vücutta susuzluk, çok su içme ve çok idrara çıkma, böbrek taşları ve böbrek koliği meydana gelebilir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Beş Nimetin Kıymetini Bilmek | İsimlerimiz
« Yanıtla #1338 : 06 Ağustos 2014, 12:39:42 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Beş şeyden önce beş şeyi ganîmet, (fırsat) bil; ölümünden önce hayatını, hastalığından önce sıhhatini, meşguliyetinden önce boş vaktini, ihtiyarlığından önce gençliğini, fakirliğinden önce zenginliğini (ganimet bil)"
(Hadîs-i Şerîf, Feyzu'l-Kadîr)




06
Ağustos Çarşamba 2014

Hicrî: 10 Şevval 1435 - Rûmî: 24 Temmuz 1430

Magosa'nın Fethi (1571) • İlk Atom Bombasının Hiroşima'ya Atılması (1945)


Beş Nimetin Kıymetini Bilmek

Allâhü Teâlâ insanlara birçok nimetler ihsan buyurmuştur. Bu nimetlerden güzelce istifade edenler ebedîsaadete kavuşurlar. Hayat: Hayat bir nimettir. Biz bu sayede dünyamızı, ahiretimizi öğrenir, Rabb'imize kullukta bulunmak şerefine nail oluruz. Fakat bu hayatımızı mutlaka ölüm takip edecektir. Onun için ölüm gelmeden bu hayatımızdan güzelce istifadeye çalışmalı, hayatı faydasız şeyler uğrunda elden çıkarmamalıyız.

Sıhhat: Sıhhat de bir nimettir. Biz bu sayede hayatımızı tanzim ederiz. Fakat bu sıhhatin gidip hastalığın gelmesi daima mümkündür. O halde

üzerimize düşen vazifeleri derhal yapmalı ve bu günkü işimizi yarına bırakmamalıyız. Çünkü sonradan bunları yapmaya imkân olmayabilir. Boş vakit: Boş vakit de bir nimettir. Ancak insan bunu, dünyanın fani, geçici şeylerine değil, ölüm tehlikesi gelmeden önce ebedî saadetine vesile olacak şeylere harcamalı, ibadet ve taatle meşgul bulunmalıdır. Gençlik: Bu da bir nimettir. İnsan bu çağda iken ilim ve irfan tahsiline, ibadet ve taat ile meşgul olmaya daha fazla müsait bulunur. Artık ihtiyarlık hali yüz gösterip de sahibini kuvvetten, faaliyetten düşürmeden hayırlı şeylere çalışmalı, gençlikten takdire layık bir şekilde istifade etmelidir.

Zenginlik: Bu da bir nimettir. Helâlinden kazanılmış bir servet, sahibi için ilahi bir ihsandır. Fakat bu dünyada her şey gibi servet ve mal mülk de geçicidir. İnsan ölünce bütün sahip olduğu şeyler elinden çıkmış olur. Artık ihtiyatlı olmalı, daha elde servet ve fırsat varken zenginlikten meşru surette istifade etmeli, zekât vermeli, sadaka vermeyi büyük bir nimet bilmeli, hem dünya hayatını güzelce tanzim ile uğraşmalı, hem de âhiret hayatını ve saadetini temine çalışmalıdır.

İSİMLERİMİZ: Erkek: Adem, Kız: Havva



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Mü'minin Niyeti Amelinden Hayırlıdır
« Yanıtla #1339 : 07 Ağustos 2014, 12:23:25 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Amellerin en fazîletlisi sâdık niyettir."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü 'l-Ummâl)




07
Ağustos Perşembe 2014

Hicrî: 11 Şevval 1435 - Rûmî: 25 Temmuz 1430

Kıbrıs Fâtihi Lala Mehmed Paşa'nın Vefatı (1580)


Mü'minin Niyeti Amelinden Hayırlıdır

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) bir gün Ashâbına: "Mü'min kimdir bilir misiniz?" buyurdular.

"Allâh ve Resûlü en iyisini bilir." dediler. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Mü'min, Allâhü Teâlâ'nın hoşuna giden şeylerle kulaklarını doldurmadıkça ölmeyen kimsedir. Eğer bir kul Allâh'dan korksa yetmiş demirden kapısı olan yetmiş hücrenin içindeki bir hücrede bulunsa, Allah ona amelinin elbisesini giydirir. Hatta öyle ki insanlar onun iyiliklerini konuşurlar ve yaptığından fazlasını da söylerler." Ashâb-ı Kirâm "Nasıl fazlasını söylerler" dedi. Şöyle buyurdu:

"Çünkü Allâh'tan korkan, gücü yetmiş olsaydı, elbette daha fazla güzel amel işleyecekti. Bundan dolayı Allâh da onun amelini artırır. Kâfir de böyledir. İnsanlar onun kötü amelini konuşurlar ve yaptığından fazlasını da söylerler. Eğer onun gücü yetseydi elbette daha çok kötü amel işlerdi."

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.): "Mü'minin niyeti amelinden daha hayırlıdır." buyurdular. (Beyhakî, Şuabü 'l-imân) Bir adam: "Yâ Resûlallâh! Amellerin en faziletlisi hangisidir" diye sordu, "Sâdık niyettir" buyurdular.

İbn-i Cüreyc rahimehullâh, "Mü'minin niyeti amelinden niçin hayırlıdır" diye Hz. Atâ'ya sordu. O da şöyle cevap verdi: "Zira mü'minin niyetinde onu bozacak, sevabını giderecek riya bulunmaz."

Amel aşikârdır, niyet ise gizli bir ameldir. Gizli amellere mükâfât kat kat verilir. Amel; âzâların Allâhü Teâlâ'ya yönelmesi, gayret etmesidir. Niyet ise kalbin Allâhü Teâlâ'ya yönelmesi ve zikretmesidir. Kalbin Allâhü Teâlâ'ya yönelmesi zikr-i hafî iledir.

Ayet-i Celîle'de -meâlen- şöyle buyuruldu "...Hoş bir ağaç gibi ki kökü sâbit, dalı semâda." (İbrâhîm sûresi, âyet 24) Ağacın kökü kalpteki îmândır. Semâya uzanan dalları kalbdeki niyet, meyvesi de amellerdir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Resûlullâh'ın (s.a.v) Bir Mucizesi
« Yanıtla #1340 : 08 Ağustos 2014, 10:54:37 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Emanete riayet etmek, rızkı, hıyanet ise fakirliği celb eder; getirir."
(Kenzü'l-Ummal)




08
Ağustos Cuma 2014

Hicrî: 12 Şevval 1435 - Rûmî: 26 Temmuz 1430

Sultan Dördüncü Mehmed Han'ın Tahta Çıkışı (1648) • Bitlis'in Kurtuluşu (1918)


Resûlullâh'ın (s.a.v) Bir Mucizesi

Câbir bin Abdullah (r.a.) anlatıyor: "Hendek harbinde, hendek kazarken üç gün bir şey yememiştik. Resûlullâh (s.a.v.) de karnına, açlıktan taş bağlamıştı.

"Yâ Resûlallâh! İzin veriniz de, evime kadar gidip geleyim?" dedim. Hanımıma, "Resûlullâh'da (s.a.v.) öyle bir açlık gördüm ki, dayanılabilir bir hal değildir. Yanında, yiyecek bir şey var mı?"

dedim. "VAllahi, şu oğlaktan ve bir miktar arpadan başka bir şey yok!" dedi.

Oğlağı kestim. Hanımım da, arpayı el değirmeninde öğütüp un yaptı. Eti, çömleğe koyduk. Hamur mayalandı. Et çömleği tandıra konulup pişmeye başladıktan sonra Resûlullâh'ın (s.a.v.) yanına döndüm. Evden ayrılırken hanımım: "Sakın, beni, Resulullâh'a ve yanındakilere karşı utandırma!" dedi. Resûlullâh'ın (s.a.v.) yanına dönünce; "Yâ Resûlallâh! Benim azıcık yemeğim var. Yanına bir veya iki kişi al da, yemeğe gidelim?" dedim. Yemeğin ne kadardır? diye sordu. Bir miktar arpadan ekmek yapıldığını ve bir oğlak kesildiğini haber verdim. Resûlullah, "Hem çok, hem de güzel yemektir. Hanımına söyle, ben gelinceye kadar, tandırdan ne et çömleğini, ne de ekmeği çıkarsın!" buyurdu. Orada bulunan Muhacirlere ve Ensâr'a, "Ey Hendek halkı! Kalkınız, Câbir'in ziyafetine gideceğiz" diye seslendi. Hepsi kalktılar.

Resûlullâh (s.a.v.), "Birbirinizi sıkıştırmadan içeri giriniz!" buyurdu. Onar onar ayrıldılar. Resûlullâh (s.a.v.), ete ve ekmeğe bereketle dua ettikten sonra, hanımıma, "Bir ekmekçi kadın çağır da, seninle birlikte ekmek yapsın. Çömleğinizden de, kepçe kepçe al. Sakın, çömleği tandırdan ayırma!" buyurdu.

Resûlullâh (s.a.v.), tandırdan ekmeği ve eti çıkarıp parçaladı ve - davetliler yeyip doyuncaya kadar- üzerine et koyarak ashabına verdi. Bir hayli yemek arttı. Resûlullâh (s.a.v.), hanımıma: "Bu kalanı da, hem kendin yersin, hem de, hediye edersin. Çünkü bütün halk, açlık çekiyor!" buyurdular.

VAllahi, gelenler, bin kişi oldukları ve hepsi de, yeyip doydukları halde, yemek hiç eksilmedi. Ondan, biz de yedik, komşularımıza da hediye ettik!"



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Safâ ile Merve Arasında Sa'y | İdarecilerin Vasıfları
« Yanıtla #1341 : 11 Ağustos 2014, 15:17:33 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"İki kimse arasında hüküm verecek olan sakın öfkeli bir halde iken hüküm vermesin."
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)




09
Ağustos Cumartesi 2014

Hicrî: 13 Şevval 1435 - Rûmî: 27 Temmuz 1430

Çanakkale'de Birinci Anafartalar Zaferi (1915) • Nagazaki'ye Atom Bombasının Atılması (1945)


Safâ ile Merve Arasında Sa'y

Hac mevsiminde Safâ ile Merve arasında sa'y etmek, bu sa'ye Safa'dan başlamak ve özürleri olmayanların bu sa'yi yaya olarak yapmaları vâciptir.

Safâ ile Merve, Mekke-i Mükerreme'de Mescid-i Haram'ın doğusunda 350 metre mesafeli iki tepedir. Bunlar, geniş bir cadde ile birbirine bağlıdır. Safa'dan başlayıp Merve'ye dört ve Merve'den Safa'ya üç defa geliş-gidişe "sa'y" denir.

Bu hareket, bütün kâinatın Mâlik ve Hâkimi olan Allâhü Teâlâ Hazretlerine tazimleri, ihtiyaçları arz için mukaddes Beytinin mukaddes kapısı önünde bir şevk ve heyecan ile tekrar gidip gelmenin, kabule intizar edilmenin bir remzi demektir.

İdarecilerin Vasıfları

Abbasî Halîfelerinden Me'mûn vezirinde bulunmasını istediği vasıfları şöyle sıralamıştır.

"İşlerimin idaresi için bir adam isterim ki hayırlı ve övülen hasletleri şahsında toplasın, edepli, terbiyeli, tecrübeli ve isabetli görüş sahibi olsun.

Kendisine emanet edilen sırları muhafaza etsin, emin olsun, uhdesine verilen mühim işlerin yapılmasında gayretli olsun.

Hilmi (yumuşak huyluluğu) ile sükût etsin, ilmiyle konuşsun; ufak işaretten anlasın, işinde tedbirli, âlimlerin vakarına, akıllıların tevazuuna, zekîlerin ve fakihlerin anlayışına sahip olsun.

Kendisine ihsan olundukça şükreden, eziyet olundukça sabreden olsun.

Mahrumiyete sebep olacak şeylere vaktini harcamayıp, güzel ifadesi ve tatlı dili ile insanların kalbini kazansın."

Nehcu's-sulûk kitabının yazarı Ebu'n-Necîb der ki: "Bu sıfatların tamamı kendisinde bulunan idareci gerçi az bulunur ama bu sıfatlar bulunan idarecinin olduğu yerde huzur ve refah olur; tedbir ve siyâseti tam olur. Bu sıfatlar bir idarecide ne kadar noksan bulunursa, idare­sindeki insanlar ve işler de o derece bozuk olur."



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hâce Alâüddin Attâr (k.s.)
« Yanıtla #1342 : 11 Ağustos 2014, 15:34:58 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Ümmetimin en şereflileri, Kur'ân okuyup, ezberleyip onunla amel eden ve geceleri ibâdet edenlerdir."
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü 'l-Îmân)




10
Ağustos Pazar 2014

Hicrî: 14 Şevval 1435 - Rûmî: 28 Temmuz 1430

Yavuz (Göben) ve Midilli (Breslav)'nin Osmanlı'ya Sığınması (1914) • Sevr Andlaşması (1920)


Hâce Alâüddin Attâr (k.s.)

Silsile-i Sâdât'ın on altıncı halkası olan Hâce Alâüddîn Attâr'ın (k.s.) adı Muhammed bin Muhammed el-Buhârî'dir. Aslen Harezmli'dir. Buhârâ medreselerinde ilim tahsil etti ve bütün ilimlerde temâyüz etti. Hâce Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend Hazretleri (k.s.), Hâce Alâüddîn Attâr'ı (k.s.) kızı ile evlendirdi. Bu evlilikten Hâce Hasan Attâr (k.s.) doğdu.

Hâce Bahâüddîn Hazretleri, Hâce Alâüddîn Attâr'ı bulunduğu meclislerde kendisine yakın oturtur, dâimâ ona teveccühte bulunurdu. Büyüklerden birisi bunun sırrını sordu, şöyle buyurdu: "Onu kurtlar yemesin diye yanıma oturtuyorum. Zira nefis kurdu, daima pusudadır. İlâhî esrâra mazhar olsun diye ben onun her halini kontrol ediyorum."

Hâce Bahâüddîn Hazretleri, henüz hayatta iken, birçok tâlebesinin terbiyesini Hâce Alâüddîn'e havâle ettiler ve buyurdular ki; "Alâüddîn, bizim birçok yükümüzü hafifletti. Şüphesiz onda velâyet nurları ve hidâyet eserleri tam ve kâmil mânâda zâhir oldu. Onun sohbetine devamla ve güzel terbiyesiyle birçok sâlik tarîkatte yüksek makamlara ve kemâle erdiler. Tekmîl ve ikmâl mertebesine kavuştular."

Hâce Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend Hazretleri vefât ettiklerinde, Hâce Alâüddîn Attâr (k.s.) kemâl mertebesinde olduğu için, Hâce Muhammed Pârisâ dâhil bütün talebeleri ona bîat ettiler. Hâce Alâüddîn Attâr (k.s.) hastalığından on beş gün evvel; "Ben âhiret yolcuğunu tercih ettim, ondan dönmeyeceğim." buyurdular. 2 Receb 802 (M.1400) perşembe günü hastalandılar. Hastalığı, şiddetli baş ve bel ağrısı idi.

20 Receb 802 (M. 1400) Çarşamba gecesi yatsı namazından sonra dâr- ı bekâya irtihâl ettiler. Kabr-i şerîfleri Buhârâ'dadır. (Kaddesallâhü sırrahü 'l-aziz)



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Haccın Farz Olmasının Sebebi | Bir Kısım Dini Tabirler | İsimlerimiz
« Yanıtla #1343 : 11 Ağustos 2014, 15:39:00 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Sıkıntı ve üzüntüde Allâhü Teâlâ'nın duâsını kabul etmesi kimin hoşuna giderse bollukta çok dua etsin."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)




11
Ağustos Pazartesi 2014

Hicrî: 15 Şevval 1435 - Rûmî: 29 Temmuz 1430

Fâtih Sultan Mehmed Han'ın Otlukbeli Zaferi (1473) • Otranto'nun Fethi (1480) • Türksat 1B'nin Uzaya Fırlatılması (1994)


Haccın Farz Olmasının Sebebi

Haccın farz olmasına sebep, Beytullah'ın mevcudiyetidir. Bu mukaddes mabedi ziyaret için Hak Teâlâ'nın emriyle hac farz kılınmıştır. Mükellef olan bir zatın ömründe bir defa hac etmesiyle bu fariza yerine getirilmiş olur.

Hac, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) hicretinin dokuzuncu senesinde farz kılınmıştır. Bu sene Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallAllahu aleyhi vesellem) tarafından Ebû Bekr-i Sıddîk (radiyAllahü anh) hac emîri tayin buyurulmuştu. Hicretin onuncu senesinde bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Mekke-i Mukerreme'ye gelerek hac farizasını ifa buyurmuşlardı.

Hac kendisine farz olan bir zat için haccı ne zaman yapacağı hakkında iki kavil vardır:

Bir kavle göre hac farizası ömrîdir: Mükellef, bunu hayatta oldukça dilediği senede yapabilir. Sonraya bıraktığından dolayı günahkâr olmaz. Ancak hac etmeden vefat etmiş olursa günahkâr olur. Fakat daha sahih görülen diğer kavle göre hac farz olunca edası, fevrîdir; tehir edilmesi bir günahtır. Şöyle ki: Bulunduğu beldede hacıların Hicaz'a gidecekleri günde haccın şartları bulunan zatın hemen hacca gitmesi kendisine farz olur.

Bu tarihte hacca gitmezse günahkâr olur. Hatta bilahare bu şartlardan mahrum kalsa da bu hac -uhdesinde kalır- sâkıt olmaz, bundan mes'ul olur.


Bir Kısım Dini Tabirler

Kurbet: Yakınlık demektir. Dinde kurbet: "Hak Teâlâ'ya manevi yakınlığa sebep olan herhangi bir güzel ameldir. Sadakalar, nafile kılınan namazlar gibi.

Teklif: Bir kimseye meşakkatli bir şeyi emretmektir.
Dinde teklif: İslamiyet'in "Ehliyet ve salahiyet sahibi olan insanlara bazı şeyleri yapmalarını, bazı şeyleri de terk etmelerini emretmesinden ibarettir. Bu emirleri yapmaya memur ve vazifeli olan bir insana da "mükellef" denir.

İsimlerimiz: Erkek: Cafer, Kız: Câhide



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Evliyanın Şefâati | Bir Kısım Dini Tabirler
« Yanıtla #1344 : 12 Ağustos 2014, 11:25:47 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"İnsanlara öyle bir zaman gelir ki, o devirde kişi, ele geçirdiği malı helalden mi, haramdan mı kazandığına hiç aldırmaz."
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)




12
Ağustos Salı 2014

Hicrî: 16 Şevval 1435 - Rûmî: 30 Temmuz 1430

Bulgaristan'ın 250 bin Türk'ü Sınırdışı Etmesi (1950)


Evliyanın Şefâati

Hâce Bahâüddîn Hazretlerinin irtihâlinden sonra müritlerinden biri, Buhârâ'da bir bayram gecesi rüya gördü: Rüyasında, bayram gecesinde gayet büyük bir çadır kurulmuştu. Hâce Bahâüddîn ve Hâce Alâüddîn Hazretleri bu çadırın yakınında idiler. Sonra bu çadırın Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) çadırı olduğu kendisine mâlum oldu. Hâce Bahaüddîn Hazretleri, peygamberimizle görüşmek üzere çadıra girdi. Bir müddet sonra sevinçli bir şekilde dışarıya çıktı ve buyurdu ki:

"Kabrimin yüz fersah (1 fersah yaklaşık 5 km.dir.) yakınına defnolunan kimseye -Allâh'ın izniyle- şefâat etme salâhiyeti verdiler. Hâce Alâüddîn Attâr'a da kabrine kırk fersah yakınına defnolunanlara şefâat salâhiyeti verdiler. Bizi seven ve bize tâbî olan en aşağı mertebedeki kimselere de kabrinin bir fersah yakınındakilere şefâat salâhiyeti verdiler."


Bir Kısım Dini Tabirler

İbadet: Lügatte kullukta bulunmak demektir. Istılahta: Yapılmasında sevap olup Allah rızası için Allâhü Teâlâ'ya ta'zim etmek için yapılan ameldir. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi.

Taat: Emre imtisal etmek, emri tutmak demektir ki, buna itaat da denir. Dinde taat: Yapılmasından dolayı sevap bulunan -niyetli veya niyetsiz- herhangi bir ameldir. Kur'ân-ı Kerîm'i okumak gibi Hak Teâlâ'nın emirlerini gönül isteği ile yerine getirmek birer taattir.

Niyet: Kasd manasınadır. Yani, kalbin bir şeye azim etmesi, yönelmesi demektir. Dinde niyet: Yapılan bir vazife ile Hak Teâlâ'ya taatda bulunmayı ve ona manen yaklaşmayı kasd etmekten ibarettir. Bir amelin ibadet olabilmesi için niyete ihtiyaç vardır. Mesela: Biz namazlarımızı yalnız Allâhü Teâlâ'nın emrine itaat emek, rızasını kazanmak için kılarız. İşte bu, namaz hakkında niyettir. Yoksa başkalarına göstermek veya spor yapmış olmak için namaz tarzında yapılacak hareketler, ibadet değildir. Niyetle yapılan taharet, mesela abdest de bir ibadettir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Resûllullâh'ın (S.A.V.) İslâm'a Daveti
« Yanıtla #1345 : 13 Ağustos 2014, 10:57:54 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"İnsanların gördüğü yerde namazını güzel kılıp da kimsenin olmadığı yerde dikkat etmeyenin bu yaptığı, namazı hafife almaktır."
(Hadîs-i Şerîf, Musannef-i Abdurrezzak)




13
Ağustos Çarşamba 2014

Hicrî: 17 Şevval 1435 - Rûmî: 31 Temmuz 1430

Ortaokullara din dersleri konulması (1956)


Resûllullâh'ın (S.A.V.) İslâm'a Daveti

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) Himyer hükümdarı Nuaym bin Abd-i Kilâl'e İslâm'a davet mektubunu Ayyâş bin Ebi Rebîa ile gönderdiler. "Allâhü Teâlâ ile Resûlüne inandıkça üzerinizden rahmet ve selâmet eksik olmaz. Allah birdir, ortağı yoktur..." diyerek başlayan bu mektubu Ayyâş bin Ebi Rebîa el-Mahzûmî'ye (r.a.) verirken buyurdular ki:

"Onların bulunduğu kasabaya eğer gece varırsan girme, sabahı bekle. Sonra abdest al, iki rek'at namaz kıl ve seni orada iyi karşılamaları ve muvaffak kılması için Cenâb-ı Hakk'a dua et. Mektubumu sağ eline al ve sağ elinle onların sağ ellerine teslim eyle, besmeleden sonra Beyyine sûresini oku.

Bitirdiğin vakit onlara: "Ben Muhammed'e iman ettim ve ben ona iman edenlerin ilkiyim" dersin. Ondan sonra edecekleri her türlü itirazlara cevap vermeye muktedir olursun sana okumak isteyecekleri ve muteber tuttukları her kitabın nuru sönmüş olur. Eğer sana yabancı bir dille hitap ederlerse tercüme edilmesini iste ve ".Ben Allâh'ın indirdiği her kitâba îmân getirdim ve aranızda adalet yapmakla emrolundum, Allâh bizim Rabb'imiz sizin de Rabb'iniz, bizim amellerimizin karşılığı bize, sizin amellerinizin karşılığı size aittir, (Bu beyandan isbat ile hak zâhir olduğundan) sizinle aramızda huccete (;münakaşaya) hâcet kalmamıştır. Allâh hepimizi bir araya getirecek ve hep ona gidilecektir." meâlindeki (Şûrâ sûresi, 15.) âyetini okuduktan sonra, eğer İslâmı kabul ederlerse, önünde yere kapandıkları üç adet değneği onlardan iste. Bunlardan birinin beyaz ve sarı benekleri vardır. Diğeri budaklı bir değnektir. Üçüncüsü ise siyah abanozdandır. Bunları al ve pazar yerinde yak..."


Ayyaş bin Ebî Rebîa dedi ki: "Bu talimatı aldıktan sonra yola koyuldum. Oraya vardığımda halkı bir bayram münasebetiyle süslenmiş buldum. Bunları iyice görebilmek için ilerledim ve nihayet üç evin üzerine asılmış üç büyük perdenin önüne geldim. Ortadakinden içeri girdim ve halkı binanın avlusunda toplanmış gördüm. Sonra kendimi Resûlullâh'ın elçisi olarak takdim edip tebligatımı bildirdim. Sözlerimi dinlediler. Her şey Resûl-i Ekrem'in buyurduğu gibi oldu."



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Teheccüd Namazı Kılanlar Övülmüştür
« Yanıtla #1346 : 14 Ağustos 2014, 10:29:36 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Gece ibadetine devam edin. Muhakkak bu sizden önceki sâlihlerin âdetidir. Çünkü gece ibadeti, Allâh'a yaklaştırır, haramlardan sakındırır, günahlara keffaret olur ve hastalıkları bedenden uzaklaştırır."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)




14
Ağustos Perşembe 2014

Hicrî: 18 Şevval 1435 - Rûmî: 01 Ağustos 1430

Pakistan'ın İstiklâli (1947) • İkinci Kıbrıs Harekâtı (1974)


Teheccüd Namazı Kılanlar Övülmüştür

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), o sırada genç bir çocuk olan Hz. Ömer'in oğlu Abdullah (r.anhümâ) için;
"Abdullah ne iyi bir adamdır. Eğer gece kalkıp namaz kılmayı âdet edinse." buyurmuşlardır. Abdullah İbn-i Ömer (r.anhümâ), "Ben bundan sonra gecenin az bir kısmında uyur, kalanında teheccüd namazı kılar, ibadetle meşgul olurdum." demiştir.

İmam-ı Kastalanî büyük bir zatın şöyle dediğini bildiriyor:
"Cenâb-ı Hak bazı sâdık ve ihlâslı kullarına şöyle ilham buyurmuştur: Benim birtakım kullarım vardır ki onlar bana ibadet ederler, ben de onlara muhabbet ederim. Onların bana aşkı ve iştiyakı vardır, ben de onlara müştâkım. Onlar beni zikrederler, ben de onları mağfiret ederim. Ey mü'min kulum! Sen de onların yolunda gidersen sana da muhabbet ederim.

Mü'min kul sorar:
Bu sevgili kullarının şiarı; alâmetleri nedir yâ Rabbi?

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
"Bu sâdık kullarım kuşların yuvalarını özlediği gibi akşamı özlerler. Gece karanlığı çökünce yüce dergâhıma karşı ayakta namaza dururlar, tevazu ile secdeye kapanırlar. Bana, kendi kelamımla; Kur'ân okuyarak münacatta bulunurlar ve nimetlerime şükrederler. Bu sadık kullarıma ilk ihsanım onların kalplerine rahmet pınarından akıtıp saçmaktır."

Teheccüd namazının büyük feyiz ve fazileti âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle beyan olunmuştur. Bunları sıdk ve ihlâs ile okuyup öğrenen hiçbir mü'minin gönlünde bu ibadete iştiyak duymaması mümkün değildir.

Seher vakti gözü ve kalbi uyanık, Allâhü Teâlâ'nın divanına duran her teheccüd sahibi, sakin bir bahar yağmuru gibi kalbine ilâhî feyzin döküldüğünühisseder, o günü baştanbaşa o neşe ile yaşar ve yarının teheccüd vaktini özler.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kalbin Mühürlenmesi | İsimlerimiz
« Yanıtla #1347 : 15 Ağustos 2014, 13:12:36 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Bir kimse kendisine ait olmayan bir şeyi benimdir diye iddia ederse bizden değildir. O kimse Cehennemdeki yerine hazırlansın."
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




15
Ağustos Cuma 2014

Hicrî: 19 Şevval 1435 - Rûmî: 02 Ağustos 1430

Revan'ın Fethi (1538) • Trablusgarb'ın Fethi (1551) • Panama Kanalı'nın Açılışı (1915)


Kalbin Mühürlenmesi

Bakara Sûresinin 7. Ayet-i kerîmesinde -meâlen- "Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş..." buyurulmuştur. Kalb nasıl mühürlenir? Üzeri mühürlenmek, zarf, kap, örtü ve kapı gibi şeylerde olur. İnsanların kalbleri de ilim ve marifetin zarfı ve kabı gibidir. Ne kadar idrâklerimiz varsa orada saklıdır. Kulak da bir kapı gibidir, işitilenler oradan girer. Bilhâssa mazide, gelecekte ve hâldeki gaybe dair haberler, işitmekle bilinir. Binâenaleyh kalbin mühürlenmesi zarfın mühürlenmesine, kulağın mühürlenmesi, kapının mühürlenmesine benzer.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
"Bir kul ilk günah işlediği zaman kalbde kara bir leke olur. Eğer sâhibi pişman olur, tevbe ve istiğfâr ederse kalb yine parlar. Etmez de tekrar günah işlerse o leke de artar. Nihâyet arta arta bir dereceye gelir ki leke bir kılıf gibi bütün kalbi kaplar."

Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki günahlar ard arda devam ettikçe kalbleri bir kılıf gibi kaplar. Ve işte o zaman "Allâhü Teâlâ onların kalplerini mühürlemiştir." Bakara sûresi 7. Ayet-i kerîmesinde buyrulduğu gibi Allah tarafından mühürlenir.

O siyah leke o kalbe basılıp mühürlenir. Üzerine silinmesi mümkün bir mürekkeb dökülmüş cilalı kâğıt gibi iken, bundan sonra silinmez bir hale gelir, insanın ikinci bir tabiatı olur. Ne silinir, ne çıkar ve o zaman ne îmân yolu kalır, ne de küfürden kurtulmaya çare. Lakin böyle olmasında cebir yoktur. Kulun kendi yaptığı amelin neticesidir. Bu hadîs ve âyet ahlâkta itiyâd (alışkanlık) meselesini ne güzel îzâh eder. Ahlâkın ve dînin kıymetinin itiyâd (alışkanlık) kazanmaya devam etmekle olduğunu ne güzel anlatır. Bu nokta terbiye meselesinin sırrıdır. Bir günahta ısrar etmekle ısrâr etmemenin farkı da bundandır. Harâmı helâl saymanın küfür olması da bununla alâkalıdır.

İsimlerimiz: Erkek: Osman, Kız: Râbia



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kur'ân-ı Kerîm'i Anlamak İçin
« Yanıtla #1348 : 18 Ağustos 2014, 13:26:04 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Her kim Kur'ân-ı Kerîm'i kendi re'yi (görüşü) ile tefsîr ederse cehennemdeki yerine hazırlansın."
(Hadîs-i Şerîf, İthâfü 's-Sâde)




16
Ağustos Cumartesi 2014

Hicrî: 20 Şevval 1435 - Rûmî: 03 Ağustos 1430

Kars'ın Selçuklular Tarafından Fethi (1064) • Millî Kütüphane'nin Açılışı (1948) • 8 Yıllık Mecbûrî Eğitimin TBMM'de Kabulü (1997)


Kur'ân-ı Kerîm'i Anlamak İçin

Kur'ân-ı Kerîm'in en muteber Türkçe tefsirini yazan büyük âlim Elmalılı Hamdi Efendi merhûmun (V. 1942) tefsîrinin mukaddimesinde Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak isteyenlere tavsiyesi:
Doğrusu, Kur'ân'ı cidden anlamak, tetkik etmek isteyenlerin onu usûlü ile Arabî yolundan ve muteber tefsîrlerinden anlamaya çalışmaları zarûrîdir. Kur'ân'ın falan tercümesinde şöyle demiş, diyerek hükümler çıkarmaya, meseleleri münâkaşa etmeye kalkışmamalıdır. Bunu, îmânı olanlar yapmaz, kendini bilen ehl-i insâf da yapmaz.

Kur'ân'dan bahsetmek isteyenler onu hiç olmazsa harekesiz olarak yüzünden okuyabilmelidir. Öyle kimseler görüyoruz ki Kur'ân'ı harekesiz olarak okumak şöyle dursun, harekesiyle bile dürüst okuyamadığı halde onun hükümlerinden, mânâlarından ictihâda kalkışıyorlar.

Öylelerini görüyoruz ki Kur'ân'ı anlamıyor ve tefsirlere, müfessirlerin tevilleri karışmıştır diye onları da dikkate almak istemiyor da eline geçirdiği tercümeleri okumakla Kur'ân'ı tetkik etmiş olacağını iddiâ ediyor. Düşünmüyor ki okuduğu tercümeye âlim müfessirlerin tevili değilse câhil mütercimlerin hatâsı, noksanı karışmıştır. Bazılarını da duyuyoruz ki Kur'ân tercümesi demekle iktifa etmiyor da "Türkçe Kur'ân" demeye kadar gidiyor. Türkçe Kur'ân mı olur behey şaşkın? Kur'ân Arabî'dir. Zira âyet-i kerîmede;

"Hakikaten biz onu Arabî bir Kur'ân olarak inzal eyledik..." (Yûsuf sûresi, âyet 2) buyrulmuştur.

Düşünmeli ki Kur'ân-ı Kerîm'i tefsir etmek üzere Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) îrad buyurduğu hadîs-i şerîfe bile Kur'ân denemez, denirse küfür olur.

Hâsılı, tercüme, Kur'ân-ı Kerîm'den mütercimin anlayabildiği kadar bazı şeyleri anlatabilirse de hakkıyla anlatamaz. Anlattığı şeylere de Kur'ân denilemez.
(Hak Dîni, Kur'an Dili Mukaddimesinden)



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İnsanların En Cömerdi (s.a.v)
« Yanıtla #1349 : 18 Ağustos 2014, 13:29:49 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Sizden biriniz hayır işlerse sevabı âhirettedir. Her kim de şer işlerse cezasını dünyada musibetler ve hastalıklar olarak görür."
(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr)




17
Ağustos Pazar 2014

Hicrî: 21 Şevval 1435 - Rûmî: 04 Ağustos 1430

Hanya'nın Fethi (1645) • 7.4 Büyüklüğündeki Marmara Zelzelesi (1999)


İnsanların En Cömerdi (s.a.v)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanların en cömerdi idi. Onun verdiği malların hepsi Allâhü Teâlâ'nın rızası içindi.

Bazan fakir ve muhtaç olanlara verirdi. Bazan Allah yolunda cihada harcar, bazan da bir kimsenin gönlünü kazanmak için verirdi. O öyle bir kimse olurdu ki onun Müslüman olmasıyla İslam kuvvetlenirdi. Bu gibi kimseler fakir değillerdi.

Fakat yine de onlara bol mal verip hatırlarını hoş ederdi. Bu sayede nice kimselere İslam nasib olurdu. Böyle yerlere harcamayı kendilerine ve evladına harcamaya tercih ederdi. O kadar bağış ve ihsan ettiği olurdu ki Rum hükümdarı Kayser ve İran hükümdarı Kisra bile öyle ihsan edemezlerdi. Ama kendileri, bazan bir ay geçerdi, evinde ateş yanmaz, açlıktan mübarek karnına taş bağlardı.

Bir kere bir harbten esirleri getirmişlerdi. Hz. Fâtıma:

"Yâ ResûlAllah! Hizmetkârım yok. Bana bir esir ihsan etseniz." dedi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.);

"Tesbih (subhanAllah), tahmid (elhamdülillah) ve tekbir (Allahü Ekber) oku. Ben sana esir verip Ashâb-ı Suffe'yi aç bırakamam." buyurdular.

Ashâb-ı Suffe, Ashâb-ı Kirâm'ın fakirleri olup hiçbir malları, yatacak ve kalacak yerleri yoktu. Mescid-i Nebevî'nin sofasında otururlardı. Ashâb-ı Kiram'ın zenginlerinden bazısı onları evlerine götürür, yemek yedirirlerdi.

Bir defasında bir hanım bir hırka getirip;

"Yâ ResûlAllah! Bu hırkayı giymeniz için size getirdim." dedi. Fahr-i Kâinat Efendimizin hırkaya ihtiyacı vardı. Alıp giydiler. Bunu gören ashabından birisi;

"Yâ ResûlAllah! Bu ne güzel bir hırka, bunu bana bağışlasanız." dedi. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) hırkayı ona bağışladılar.


İsimlerimiz: Erkek: Harun, Kız: Hanife