Gönderen Konu: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları  (Okunma sayısı 1064015 defa)

0 Üye ve 256 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Akıl Nimeti
« Yanıtla #1260 : 20 Mayıs 2014, 12:28:49 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Allâhü Teâlâ yeryüzünde akıldan daha az hiçbir şey yaratmamıştır."
(Kenzü 'l-Ummâl)




20
Mayıs Salı 2014

Hicrî: 21 Recep 1435 - Rûmî: 07 Mayıs 1430

Sultan Genç Osman'ın Şehid Edilmesi (1622)


Akıl Nimeti

Akıl: ruhun bir kuvvetidir ki, insan onunla bilgi sahibi olur. İyi ile kötüyü ayırır ve eşyanın hakikatlerini sezebilir. Akıl bir ruhani nurdur ki, insana yürüyeceği yolu aydınlatır, onu haktan, hakikatten haberdar eder. Bu ruhî kuvvete haiz olan kimseye "âkıl" akıllı kimse denir. Bundan mahrum olana da mecnun (deli) denir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Ebu'd-Derdâ'ya (r.a.):

-    Aklını arttır ki, Allâhü Teâlâ'ya yaklaşasın, buyurdu. Ebu'd-Derdâ (r.a.):

-      Anam babam sana feda olsun, aklımı nasıl artırabilirim yâ Resûlallâh? diye sorunca:

-    Allâhü Teâlâ'nın haramlarından kaçın, farzları yerine getir ki, akıllı olasın. İyi ameller işle ki, dünyâda yüksek mertebeye erip âhirette Azîz ve Celîl Allâhü Teâlâ'ya yaklaşmakla izzet bulasın, buyurdular. Akıl en büyük bir nimettir. İnsanlar akılları sayesinde marifetullâha nail olmuş, Allâhü Teâlâ'yı bilmiş, birtakım vazifeler ile mükellef, bir nice saadetlere mazhar bulunmuşlardır.

Ancak akıl herkeste, aynı derecede değildir. Birçok kimsede akıl nimetine nail değildirler.

Allâhü Teâlâ'yı güzelce düşünmeyen, İslâmiyet gibi hakikî bir dini kabul etmiş bulunmayan kimseler, akıldan mahrum demektirler. Velev ki dünya işlerinde kuvvetli bir akıl ve zekâya sahip bulunmuş olsunlar. Akla dair bazı sözler:

•  Akil düşer mi düştüğü zindana bir daha. (Arif Hikmet)

•  Akıl oldur ki ede düşmanını rıfk ile dost. (İzzet Molla) (Akıllı tatlılıkla düşmanı dost edendir.)

•  Akıl isen can gözün aç, tut kulak bu söze

Bir değirmendir bu dünya öğütür bir gün bizi. (Câhidî)

(Bu dünya bir değirmendir bir gün bizi de öğütür. Akıllı isen bu sözümü can kulağı ile dinle)

•  Akılsız dost düşmandan beterdir. (Atalar sözü)




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Allâh'ın Sevdiklerine Saygının Mükâfatı
« Yanıtla #1261 : 21 Mayıs 2014, 11:39:00 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Kibirden sakının! İblis'in Âdem'e (a.s.) secde etmesine mânî olan kibirdir."
(Hadîs-i Şerîf, Feyzu 'l-Kadîr)




21
Mayıs Çarşamba 2014

Hicrî: 22 Recep 1435 - Rûmî: 08 Mayıs 1430

Sultan İkinci Bayezid'in Tahta Çıkışı (1481)


Allâh'ın Sevdiklerine Saygının Mükâfatı

Şam âlimlerinden Abdullâh isminde bir zat anlatıyor:
İlim tahsili için Bağdat'a gittim. Bağdat'ta bir zat vardı. Kendisine 'Gavs' denilirdi. (Gavs ile Yusuf Hemedânî Hazretlerini kastediyor.) Ben, İbnü's- Sekkâ ve genç Abdülkadir Geylânî ile o zatı ziyaret etmek istedik.
İbnü's-Sekkâ "O zata bir suâl soracağım, cevabını bilemeyecek." dedi.
Ben de "Bir suâl soracağım. Bakalım nasıl cevap verecek?" dedim.
Şeyh Abdülkâdir de "O zata suâl sormaktan Allâh'a sığınırım. Onun huzuruna varıp feyiz ve bereketinden istifade edeceğim." dedi.

Yanına gittiğimde yerinde göremedim. Ancak bir saat sonra yerinde oturduğunu görebildim. İbnü's-Sekkâ'ya öfkeli bir şekilde baktı ve "Sana yazıklar olsun İbnü's-Sekkâ!. Demek bana cevabını bilmediğim bir suâl soracaktın. Senin soracağın suâl şudur, cevabı da şudur. Küfür ateşinin seni kapladığını gördüm." buyurdu.

Sonra bana baktı ve "Abdullah! Sen de bana bir suâl soracak ve nasıl cevap vereceğime mi bakacaktın? Senin soracağın suâl şudur, cevabı da şudur. Edepte kusurun yüzünden dünya seni boğazına kadar kaplayacak." buyurdu.

Sonra Şeyh Abdülkadir'e baktı ve "Yaklaş, Ey Abdülkadir! Edebe riâyetinden dolayı Allâhü Teâlâ ve Resûlü senden râzı oldular. Senin Bağdat'ta minbere çıkıp 'Benim şu ayaklarım, bütün evliyânın boyunları üzerindedir.' dediğini, bütün evliyânın senin büyüklüğün karşısında boyunlarını büktüklerini görüyorum." buyurdu ve gözümüzden kayboldu.

Şeyh Abdülkadir hakkında dedikleri aynen gerçekleşti. İbnü's-Sekkâ, ilim tahsiliyle meşgul oluyordu. İlimde arkadaşlarını geçti. Zamanın halîfesi, Hıristiyan âlimleriyle münâzara için bir mektupla onu, Rum kralına gönderdi. Münâzarada onları susturdu. Kral ona ikram ve tazimde bulundu. Kralın bir kızı vardı. İbnü's- Sekkâ onu görünce ona tutuldu ve kraldan istedi. Kral, Hristiyan olması şartıyla kabul etti. İbnü's-Sekkâ da Hristiyan olup evlenince şeyhin sözlerini hatırladı ve bu olanların sebebini anladı.

Ben Dimaşk'a gittim. Sultan Nureddîn beni zorla vakıfların başına geçirdi. Dünya, bana yöneldi. Şeyhin benim hakkımda söylemiş olduğu şey de böylece tahakkuk etti.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Yalan İmâna Zıddır"
« Yanıtla #1262 : 22 Mayıs 2014, 10:59:11 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"İnsanları güldürmek için konuşup da yalan söyleyene yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd)




22
Mayıs Perşembe 2014

Hicrî: 23 Recep 1435 - Rûmî: 09 Mayıs 1430

Büyük İstanbul Zelzelesi (1766) • Nene Hatun'un 98 Yaşında Vefatı (1955)


"Yalan İmâna Zıddır"

Bilinmelidir ki yalancı hiçbir zaman rezillikten kurtulamaz. Her ne kadar yüksek makam sahibi de olsa insanlar nezdinde hakir ve küçük olur, halk kendilerinden nefret eder.

Zira her ne söylese ve va'd etse, itimat olunmaz. Böyle kimselere bir musibet gelse, acınıp merhamet edilmez, bazı sözlerinde doğru söyleseler bile itimad edilmez.

Cenâb-ı Hakk (azze ve celle), Nahl sûresinin, 105. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurur (meâlen):
"Yalanı, ancak Allâh'ın âyetlerine inanmayanlar uydurur, iftira ederler. Ve yalancı ancak onlardır." Hadîs-i şerîfte:
"Sizi yalan söylemekten sakındırır, men ederim!. Çünkü yalan imana zıddır." buyrulmuştur.

Yalan söylemek haramdır. Yalancı bir insan itimada lâyık değildir. Yalancılık yüzünden birçok haklar zayi olur, birçok facialar meydana gelebilir.

Şu kadar var ki, bazı sözler yalan suretinde olursa da kimseye zararı dokunmayıp aksine fenalığın önünü almaya hizmet eder. Meselâ: Kendisini takip eden bir caniden kaçıp saklanan masum bir kimsenin yerini bir şahsın bildiği halde bilmiyorum demesi gibi. Böyle sözler, yalan hükmünde değildir. Nitekim: "Maslahata yarayan bir yalan, fitne koparan bir doğru sözden iyidir." denilmiştir. Velhasıl bir zaruret olmadıkça ve başkasına haksız yere zarar vermekten uzak olmadıkça yalan söyleyen şahıs kendisini mes'uliyetten kurtaramaz.

Ömer bin Abdülaziz (rh.), bazı idarecilerine ve hâkimlere şöyle yazmıştır:
"Tedbire ve çareye muhtaç olduğunuz işlerde -sakın ha- yalancı kimselerden yardım istemeyiniz! Yalancılara tabi olursanız muhakkak helak olursunuz."

Yalan hakkında âlimlerin sözleri:
"Yalan, mürüvvetin yokluğundan ve hayanın azalmasından meydana gelir."

"Bir insan yalanı ancak, ihanetinden, alçaklığından veya edepsizliğinden söyler; başka türlü söylemez."




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Resûllulâh Efendimiz'in Mirac'da Münâcâtı
« Yanıtla #1263 : 23 Mayıs 2014, 11:42:25 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Muhakkak namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir."
(Taberânî, el-Mu 'cemü 'l-Kebîr)




23
Mayıs Cuma 2014

Hicrî: 24 Recep 1435 - Rûmî: 10 Mayıs 1430

Dandanakan Zaferi (1040)


Resûllulâh Efendimiz'in Mirac'da Münâcâtı

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) miracından haber verip buyurdular ki:

"Cenâb-ı Hakk'a niyâz eyledim ki:
Yâ Rabbi bu gece senden babam Abdullâh, annem Amine'yi istemiyorum, velâkin senden ümmetimin âsîlerinin tevbelerini kabûl etmeni ve onları azâbından emîn kılmanı istiyorum."


Allâhü Teâlâ buyurdu ki:
"Yâ Muhammed! Ruh bedende oldukça tevbe kapısı açıktır."

"Yâ Rabbi, onlar için daha fazlasını istiyorum."
"Saâdetle müjdelerim ki yâ Muhammed! Ümmetinin ihlâs ile kıldıkları teheccüdleri ve namazlarındaki rükû ve secdelerini onlara mirac kıldım."

"Yâ Rabbi, ümmetim için bundan ziyâdesini isterim."
"Saâdetle müjdelerim ki yâ Muhammed! Ümmetinden her kim oruca devam eder, fakirlere yedirir ve selâmı yayarsa, insanlar uykuda iken gece namaz kılarsa selâmetle cennetime girer."

"Yâ Rabbi, ümmetim için daha ziyâde lütuf ve ihsân isterim."
"Saâdetle müjdelerim ki yâ Muhammed! Kim Ramazan orucunu tutar ve Şevval ayından da altı gün oruç tutarsa bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur." buyuruldu.

"Yâ Rabbi! Ümmetim için bundan ziyâdesini isterim."
"Saâdetle müjdelerim ki yâ Muhammed! Ümmetinden yatsı ve sabah namazlarını cemâatle kılan kimseyi sıddîklardan yazarım."

"Yâ Rabbi, bütün ümmetim için daha ziyâde ihsân isterim."


"Onların hepsini rahmetimden nasiplendiririm.

Ey himmeti yüce peygamber! Ümmetin hakkında merhametin ne çoktur. Öyle ise onlara ümîd verecek olan "De ki: Ey nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım! Allâh'ın rahmetinden ümidi kesmeyin, çünkü Allâh bütün günahları mağrifet buyurur; bağışlar, şübhesiz ki o öyle Gafûr öyle Rahîm o." (Zümer Sûresi, âyet 53) emrimi duyur. Bundan başka kıyâmet gününde de şefâat senindir."



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Allâhü Teâlâ nezdinde komşuların en hayırlısı, komşusuna hayırlı, faydalı olandır."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)




24
Mayıs Cumartesi 2014

Hicrî: 25 Recep 1435 - Rûmî: 11 Mayıs 1430

Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu (1040) • Kırım Türkleri'nin Moskova'yı Fethi (1571)


Hizmet Edenler Daha Çok Sevab Kazandı

Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet etti:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile beraber bir sefere çıkmıştık. İçimizden bazıları oruçlu, bazıları da değildi. Havanın çok sıcak olduğu bir günde bir yerde konakladık. Güneşin sıcağından korunmak için bir çoğumuz elbisesini gölgelik yapıyor, bazılarımız da eliyle korunmaya çalışıyordu. Oruç tutanlar açlıktan ve yorgunluktan takatsiz düştüler. Tutmayanlar kalkıp çadırları kurdular, hayvanları sulayıp yemlediler.
Resûlullâh (s.a.v.): "Bugün oruç tutmayanlar daha çok sevap kazandı." buyurdular.


Mi'râc Gecesi'nde ve Gündüzünde Yapılacak İbâdet

•    Receb-i Şerîfin 27'nci gecesi (yarın akşam) Mi'râc Gecesi'dir. Yatsı namazından sonra 12 rek'at Hâcet namazı kılınır. Beher rek'atte Fâtiha'dan sonra 10 İhlâs-ı Şerîf okunur. Namaza niyet şöyledir: "Yâ Rabbi, rızâ-yi şerîfin için niyet eyledim namaza. Bu gece yedi kat gökleri ve bütün esrârını göstererek muhabbetin ile müşerref kıldığın sevgili Habîbin Resûl-i Zîşân Efendimiz hürmetine ben âciz kulunu aff-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne ve rızâ-yı ilâhîne mazhar eyle." Allâhü Ekber

Namazdan sonra:

• 4 Fâtiha-i Şerîfe,
• 100 defa, "Sübhânallâhi ve'l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber, Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm",
• 100 İstiğfâr-ı şerîf,
• 100 Salevât-ı şerîfe okunup duâ edilir.

Bu namaz her rek'atte yüz ihlas okuyarak on rek'at kılınır veya on ihlas okuyarak 100 rek'at kılınırsa; -bunu yerine getiren mü'min bu namazın feyz ve bereketiyle- huzûr-i ilâhiye namaz borçlusu olarak çıkmaz.

•   Hadîs-i şerîfte, Mi'râc (Receb-i Şerîfin 27.) gecesinin gündüzünde oruç tutana altmış ay oruç sevâbı yazılacağı va'dedilmiştir. O gün öğle ile ikindi arasında 4 rek'at namaz kılınır. Her rek'atte Fâtiha'dan sonra 5 Âyetü'l-Kürsî, 5 Kul yâ eyyühe'l-kâfirûn, 5 İhlâs-ı Şerîf, 5 Kul eûzü birabbi'l-felak, 5 Kul eûzü birabbi'n-nâs sûreleri okunur. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İsrâ ve Mi'râc Mucizesi
« Yanıtla #1265 : 26 Mayıs 2014, 12:17:08 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Kulunu bir gece Mescid-i Harâm'dan o çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya -ona âyetlerimizden gösterelim diye- yürüten o Sübhân (Allah)'ı (bütün noksan sıfatlardan) tenzîh ederim..."
(İsrâ Sûresi, âyet 1)




25
Mayıs Pazar 2014

Hicrî: 26 Recep 1435 - Rûmî: 12 Mayıs 1430

Ampülün İcadı (1878) • Ahmed Cevdet Paşa'nın Vefatı (1895)

Bu gece Miraç Kandili. Kandiliniz mübarek olsun.


İsrâ ve Mi'râc Mucizesi

Peygamberimiz (s.a.v), Hicret'ten bir buçuk sene evvel Receb ayının 27. gecesi Burak ile Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya götürüldükten sonra sahradan semâya çıkarıldı. Semâ katlarının her birinde peygamberlerden biriyle görüştü. Nice melekler gördü. Cennet ve Cehennemi müşâhede etti, gördü. Sidre-i Müntehâ'yı geçti, Allâhü Teâlâ'nın melekûtundan birçok acâyibât gösterildi. Beş vakit namaz emriyle aynı gece geri döndü. Sabah mescide çıkıp Kureyş'e haber verdi. Şaşkınlık ve inkârdan kimi el çırpıyor, kimi elini başına koyuyordu. iman etmiş olanlardan bâzıları, dinden döndüler. İçlerinden bir kısmı Hz. Ebû Bekr'e (r.a.) koştular:

"Eğer bunu o söylediyse şüphesiz doğrudur." dedi. "Onu, bunda da mı tasdik ediyorsun?" dediler. "Ben onu bundan daha ötesinde -yani peygamberliğini- tasdik ediyorum!" dedi. Bunun üzerine "Sıddîk" diye isimlendirildi. Kureyşlilerden Mescid-i Aksâ'yı bilenler Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) onunla alâkalı suâller sordular, târifini istediler. Allâhü Teâlâ Mescid-i Aksâ'yı Resûlullâh'a gösterdi, ona bakıp târif ediyordu. Müşrikler, "Târifinde doğru söyledi." dediler. Sonra da "Haydi bakalım, bizim kervanı haber ver. O, bizce daha mühimdir. Onlardan bir şeye rast geldin mi?" dediler. "Evet, filanların kervanına rast geldim, Revha'da idi. Bir deve yitirmişler, arıyorlardı. Yüklerinde bir su kırbası vardı. Susadım, onu alıp su içtim ve yine yerine koydum. Geldiklerinde sorun bakalım, kırbada suyu bulmuşlar mı?" buyurdu. "Bu da diğer bir delildir." dediler. Sonra sayılarını, yüklerini, şekillerini sordular. Bu defa da Resûlullâh'a (s.a.v.) kervan gösteriliverdi ve sorduklarının hepsini haber verdi: "İçlerinde falan ve filân, önde karamtık beyaz bir deve üzerinde dikilmiş iki büyük çuval olduğu halde filân gün güneşin doğuşuyla beraber gelirler." buyurdu. "Bu da diğer bir delildir." dediler.

O gün hızla tepeye doğru çıktılar. Güneş ne zaman doğacak da onu yalancı çıkaracağız diye bakıyorlardı. Derken içlerinden birisi "Güneş doğdu." diye haykırdı, diğer birisi de "İşte kervan geliyor, önünde karamtık beyaz deve ve içlerinde falan ve filân da var, tıpkı dediği gibi." dedi.

Böyle iken yine îmân etmediler de "Bu apaçık bir sihirdir." dediler.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Peygamber Efendimizin Bir Mûcizesi
« Yanıtla #1266 : 26 Mayıs 2014, 12:18:59 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Size bir müsafir geldiği zaman ona ikramda bulununuz."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü 'l-Ummâl)




26
Mayıs Pazartesi 2014

Hicrî: 27 Recep 1435 - Rûmî: 13 Mayıs 1430

Sultan İkinci Bayezid Han'ın Vefatı (1512)


Peygamber Efendimizin Bir Mûcizesi

Ashab-ı Kiram'dan Halid Huzâî'nin (r.a.) kızı olan Ümmü Mâbed'in (r.anhâ) ismi Atike bint-i Hâlid'dir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medîne-i Münevvere'ye hicreti sırasında Hz. Ebu Bekir (r.a.), azadlısı Amir bin Füheyre ve rehberleri Abdullah bin Uraykıt ile birlikte Kudeyd denilen yerde bir çadıra uğramışlardı.

İşte o çadır Ümmü Mâbed'in (r.anhâ) çadırı idi. Satın almak için et ve hurma istediler. Gayet zayıf bir dişi koyunundan başka verebileceği bir şey yoktu. Sütü ve yağı olmak şöyle dursun zayışıktan sürüye katılıp meraya gitmeye mecali olmadığından çadırın bir kenarında kal­mıştı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); "Sağmama izin verir misin?" buyurdu.

Eğer süt bulabilirsen sağ, dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), mübarek elleriyle koyunun memesini meshetti, Allâhü Teâlâ'ya dua edip, besmele ile sağdılar. Sütten kendisi ve arkadaşları içtiler. O kadar çok süt sağdı ki bütün kaplar doldu.

Ümmü Mâbed (r.anhâ) "Bu koyun Hz. Ömer'in halifeliğinde meydana gelen kuraklık zamanına kadar yaşadı. Yeryüzünde hayvanlar yiyecek bir şey bulamazken biz onu sabah akşam sağardık." demiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) oradan ayrıldıktan sonra kocası gelip çadırda, ummadığı halde pekçok sütü görünce; "Ey Ümmü Mâbed! Koyunlar uzak merada, hiçbirisi de hamile değil, burada sağılır hayvan da yok. Bu ne haldir?" diye sorunca Ümmü Mâbed (r.anhâ) olanları anlattı. "Aman, bu zatı bana tarif et" deyince Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) şemailini kocasına anlattı. Kocası, Ümmü Mâbed'den (r.anhâ) Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) şemailini ve güzel sıfatlarını işitince:

"Vallâhi, bu zat Kureyş kabilesinde zuhur eden zattır. Eğer görmüş olsaydım ona tâbi olurdum." dedi.

Daha sonraları her ikisi de İslâm'ı kabul ederek sahabilik şerefini kazanmışlardır.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İstanbul'da Parasız Kalmak...
« Yanıtla #1267 : 27 Mayıs 2014, 12:41:23 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Kulun günâhları çoğalıp bunlara keffâret olacak ameli de bulunmadığı zaman, Allâhü Teâlâ günâhlarına keffâret olması için ona hüzün ve keder verir."
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)




27
Mayıs Salı 2014

Hicrî: 28 Recep 1435 - Rûmî: 14 Mayıs 1430

Hafta Tatilinin Cuma'dan Pazar'a Alınması (1935)


İstanbul'da Parasız Kalmak...

Ahmed Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Aliye Hanım, babasının medresedeki ilk yıllarına ait bir hatırasını şöyle anlatıyor:

"Babam İstanbul'a yeni geldiği senelerde medrese hayatında sıkıntılı bir gününü anlatmıştı ki onu nakletmeden geçemeyeceğim! O ana kadar hiç para yoksulluğu görmemişti. Babası muntazaman onu pekiyi geçindirecek parayı gönderiyordu. Bir sene pek ziyade kış olup Lofça'dan bir hayli zaman posta getiren tatar çıkmamıştı. Öyle bir gün geldi ki yemeğini pişirip hizmetine bakan talebeye o günkü yemek tedarikine mahsus olan parayı vermeden savuşmuş, bu da kendisine pek güç gelmişti. Fatih Camii'ne girince sağ tarafa gelen mihrabın yan tarafına oturmuş, akşama medrese odasına nasıl gideceğini düşünüyordu. Zira yemeğini tedarik edemediği talebeden sıkılıyordu. Hocalarından ve arkadaşlarından ödünç para almak zihninden geçtiği halde o zamana kadar kimseden bir şey istememiş, kimseye minnet etmemiş olduğu için bunu yapamayacağını anlıyordu. Açlıktan ölmeye, lâkin hiçbir kimseden bir şey istememeye karar vermiş, elem ve kedere boğulmuş, gam ve ümitsizlik çehresini sarmış olduğu halde babasının dostlarından olup İstanbul'da bulunan Lofçalı bir zat karşısına geldi. İşte bu fırsattı. O zat kendisine babasından para geleceğini bilirdi. Fakat -mümkün değil- ondan da isteyemedi. İstemek! Yapmadığı ve yapamayacağı bir şeydi!...

Lakin o zat biraz konuştuktan sonra 'Memleketten posta gelmedi. Senin harçlığın kalmamıştır. Ben senin babandan alırım. Şimdilik bunu vereyim de birkaç gün daha posta gelmezse daha veririm!' diyerek onun önüne altı (altın) lira koydu. Üç gün sonra da posta, üç aylık harclığını birden getirdiğinden Ahmed Efendi medresede kazanlarla etli pilav ve helva yaptırtarak bütün medrese halkına ziyafet çekti.

O günkü hal ona o kadar tesir etmişti ki İstanbul'da bulunduğu zamanlarda her Ramazan­ı Şerifte bir gün Fatih Cami-i Şerifi'ne gidip kendisinin o kederi geçirdiği tarafta ne kadar fakir talebe görürse onlara altı lira kadar parayı dağıtırdı."



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Kim soğan, sarımsak ve pırasa yerse (ağzında bunların kokusu olduğu halde) bizim mescidimize yaklaşmasın. Zira melekler de insanların rahatsız olduğu şeylerden rahatsız olurlar."
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)




28
Mayıs Çarşamba 2014

Hicrî: 29 Recep 1435 - Rûmî: 15 Mayıs 1430

Türklerin Rumeli'ye Geçişi (1348) • Sayıştay'ın Kuruluşu (1862)


Kıble Saati ve Dünya Kıble Günü

Kıble saati; kıblenin güneş ile tespit edildiği saattir. Yani, güneşin, bulunduğumuz yerin kıble zâviyesine (açısına) veya belli bir zâviye (açı) farkına denk geldiği vakittir.

Türkiye, Avrupa ülkeleri, Afrika Ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleri ile Avustralya'nın Perth şehrinde, şehrin o günkü kıble saati vaktinde, güneşe doğru dönen kimse, kıbleye dönmüş olur. Kıble saati, namaz vakitleri gibi günlük olarak değişir. Kıble saatleri sadece adı geçen şehir için geçerlidir. Herhangi bir yerin kıblesi pratik olarak şöyle tespit edilir: O günün takviminde, bulunduğu şehrin namaz vakitleri cetvelinin son sütünundaki "Kıble Saati" (Kıble S) vaktinde güneşin bulunduğu yöne dönen, kıbleye dönmüş olur. Ev içerisinde ise mesela, güneş gören pencerenin dik çerçevesinin yere düşen gölgesi kıble istikametini gösterir. Bu istikamet işaretlenir ve böylece en pratik ve en doğru bir şekilde kıble yönü tespit edilmiş olur.

Dünya kıble günleri aynı kıble saatinin bütün dünyâ için geçerli olduğu hususî günlerdir. Senede iki defa, 28 Mayıs (Türkiye saati ile) 12.18'de ve 16 Temmuz saat 12.27'de güneş tam Kâ'be-i Muazzama üzerinde bulunur. Bu iki vakitte, dünyânın o anda gündüz olan yerlerinde güneşe dönen kimse, aynı zamanda Kâ'be-i Muazzama'ya yani KIBLE'ye dönmüş olur.

28 Mayıs ve 16 Temmuz târihleri, Dünya Kıble Günü'dür.

Şaban Ayı İctima'ı, Ru'yet ve Başlangıcı

Hicrî Kamerî 1435 yılı Şâban ayı ictima'ı bugün (28 Mayıs Çarşamba) Türkiye saati ile 21.41'de idi. Ru'yet yarın (29 Mayıs Perşembe) Türkiye saati ile 12.12'de dir.

Hilâl'in görüldüğü yerler: Büyük Okyanus'un orta ve güney kısmı, Avustralya'nın -güney doğu eyaletleri hariç- tamamı, Papua Yeni Gine, Borneu adası, Endonezya, Singapur, Malezya, Madagaskar ve Afrika kıtasının tamamı.

Hilal; Türkiye 'nin kuzeyi hariç tamamından, İspanya, İtalya, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarımadasından da görülebilecek, Almanya ve Avusturya 'dan görülemeyecektir. Hilâlin görüldüğü günü takip eden 30 Mayıs Cuma günü de Şâban ayının 1'i olmaktadır.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Şa'bân-ı Şerîf |
« Yanıtla #1269 : 29 Mayıs 2014, 11:03:59 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Kostantîniyye (İstanbul) elbette fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; o asker ne güzel askerdir!"
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)




29
Mayıs Perşembe 2014

Hicrî: 30 Recep 1435 - Rûmî: 16 Mayıs 1430

Fatih Sultan Mehmed Han'ın İstanbul'u Fethi (1453) • Sultan Üçüncü Selim'in Tahttan İndirilmesi, Dördüncü Mustafa'nın Cülûsu (1807)


Şa'bân-ı Şerîf

Yarın idrâk edeceğimiz Şa'bân ayı, Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz'in ayıdır. Bu itibarla bu ayda salevât-ı şerîfeye devam etmek lâzımdır.

Yine mümkün oldukça istiğfar ve İhlâs-ı Şerîf okumalı, teheccüd ve tesbîh namazları kılmalı ve hatm-i enbiyâ yapmalıdır.

Şa'bân ayı, şerefli, ulvî, berâta erdirici, ilâhî ihsâna kavuşturucu, müminlere rahmet, kâfirlere gazap olan ve ilâhî nûra nâil eden bir aydır.

Bu ayın birinci gecesinde, yani bu akşam, her rek'atte bir Fâtiha, üç Âyetü'l-Kürsî ile bir tesbih namazı kılınır. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)


İstanbul'un Fethi

Sultân Mehmed Han, tahta geçtiğinde en büyük iş olarak İstanbul'un fethini görüyordu. Onun için hiçbir tedbiri geri bırakmayıp her türlü hazırlığa girişti.

İstanbul o tarihlerde dünyanın en büyük ve kalabalık şehirlerinden biri olup kalesi ise hepsinden sağlam idi. Zira üç tarafında deniz; karadaki batı tarafında ise üç sur bulunup her bir surun arasında deniz suyu hendekleri var idi. Her bir hendek arasında müstahkem müdafaa mevkileri bulunmaktaydı.

Sultan önce Bizans kralından bir sığır derisi mikdarında yer vermesini istedi. (1452) O bunu pek az görüp, "Bunu ne yapacaklar", deyip verdi.

Sultan hemen birçok bina ustası ve zanâatkâr hazırladı ve Anadolu Hisarının tam karşısında boğazın en dar yerine sevketti. Orada sığır derisini incecik şerit şeklinde kesip yere yaydılar. Kapladığı sahaya pek sağlam ve gâyet yüksek bir hisar inşâ ettiler ki buna Rumelihisârı dendi. Buraya toplar yerleştirdi. Böylece boğazın iki yakası tutulmuş ve Karadeniz'den İstanbul'a her türlü geçiş kontrol altına alınmış oldu.

Sonra Edirne'ye geçti. Beşer imkânı ile yapılması mümkün olan her türlü harb aletini ve askerini hazır ettikten sonra derya gibi askeriyle İstanbul üzerine yürüdü. Elli bir gün deniz ve kara tarafında pek şiddetli harb oldu. Gemiler karadan yürüdü. Nihayet Akşemseddîn'in duası ve evliyânın imdâdı ile şehir Müslümanlar eline geçti. O gün bütün islâm aleminde umûmî bir bayram oldu. Kâhire'de ve diğer İslâm beldelerinde şenlikler yapıldı. (Târîh-i Selâtîn-i Âl-i Osmân, Karamânî)



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Şa'bân Ayının Fazîleti
« Yanıtla #1270 : 31 Mayıs 2014, 04:28:38 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Bir sahabî Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.)gelip, 'Yâ ResûlAllah! Ben Kulhüvâllahü ehad sûresini okumayı seviyorum,' dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de 'ona olan sevgin, seni cennete götürür.' buyurdular."
(Hadîs-i Şerîf, Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr)




30
Mayıs Cuma 2014

Hicrî: 1 Şaban 1435 - Rûmî: 17 Mayıs 1430

Sultan Alaeddin Keykubad'ın Vefatı (1236) • Hızır Bey'in İstanbul'a İlk Kadı ve Reis Oluşu (1453) • Sultan Abdülaziz Han'ın Hal'i (1876)


Şa'bân Ayının Fazîleti

Hz. Aişe (r.anha) validemiz buyurdular ki:

"...Ben Resûlullah'ın Ramazan ayından başka hiçbir ayın tamamında oruç tuttuğunu ve başka hiçbir ayda Şa'bân ayında tuttuğu oruçtan daha çok oruç tuttuğunu görmedim."

Resûlullah (s.a.v.) Hz. Aişe'ye (r.anhâ) "Şa'bân ayındaki oruç bana en sevimli olandır."

"Yâ Aişe! O öyle bir aydır ki, sene içinde rûhu kabz olunacakların (öleceklerin) isimleri ölüm meleğine verilir. Ben de ismimin, ben oruçlu iken verilmesini isterim."

Ümmü Seleme (r.anhâ) vâlidemiz:

"Resûlullah (s.a.v.), Ramazan ayından sonra hiçbir ayda Şa'bân ayındaki kadar oruç tutmamıştır." buyurdular.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

"Receb, Allâhü Teâlâ'nın ayı; Şa'bân benim ayım; Ramazan, ümmetimin ayıdır. Şa'bân günahlara keffâret (mağfiretine sebep) olan aydır, Ramazan ise günahları temizleyen aydır."

Bu ay, hayır kapılarının açılacağı, bereketin indirileceği, hataların terk edileceği, günahların bağışlanacağı ve yaratılmışların en hayırlısı olan Resûlullah'a (s.a.v.) çokça salâvâtın getirileceği bir aydır.

Böyle olunca, müminlerin bu ayda gafletten uyanmaları, geçmişte işledikleri günahlardan dolayı tevbe edip temizlenerek Ramazan ayına hazırlanmaları gerekir.

Bu ayda Allâh'a yalvarıp yakarmalı, ayın sahibi olan Peygamber Efendimiz'i (s.a.v.) vesîle kılarak Allâh'a yaklaşmaya çalışmalıdır. Bunları sonra yaparım diyerek tehir etmemeli, geciktirmemelidir. Zirâ dünya üç günden ibârettir. Biri, dündür, geçmiştir; ibret alınacak gündür. Diğeri bugündür, amel etme günüdür; ganimettir. Diğeri de, yarındır ki, emeldir; tehlikelidir. Yarına çıkıp çıkamayacağını bilemezsin. Aylar da böyledir. Receb geçmiştir, tekrar dönmez. Ramazan gelecektir, fakat ona kavuşup kavuşamayacağını bilemezsin.

Şa'bân ise iki ay arasında bir vâsıtadır. O ayda ibâdetle meşgul olmayı ganimet bilmek îcâb eder.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Salavât-ı Şerîfe'nin Fazileti
« Yanıtla #1271 : 31 Mayıs 2014, 04:31:15 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Melekler bana salavat okuyana, -okumaya devam ettiği müddetçe- istiğfar ederler."
(Hadîs-i Şerîf, Musannef-i İbn-i EbîŞeybe)




31
Mayıs Cumartesi 2014

Hicrî: 2 Şaban 1435 - Rûmî: 18 Mayıs 1430

Salavât-ı Şerîfe'nin Fazileti

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

•    "Yanında ismim anıldığı halde bana salavât getirmeyen adamın burnu sürtülsün."

Hazret-i Cebrail, Resûlullâh Efendimiz'e (s.a.v.) gelip "Yâ Muhammed! Sana bir salevât getirene muhakkak yetmiş bin melek onun için istiğfâr eder. Meleklerin istiğfâr ettiği kimse ise cennetliklerden olur." buyurdu.

•  "Kıyâmet gününün korkunç hallerinden ve zorlu konaklarından en çok kurtulacak olanlar bana en fazla salevât getirenlerinizdir."

•   "Yapılan her dua ile sema arasında -bana salevât getirilinceye kadar- perde vardır. Dua eden salevât getirdiğinde bu perde açılır ve duâ yükseltilip kabûl olunur. Kim salevât getirmezse duası reddolunur." Bir cemiyette Resûlullâh Efendimize (s.a.v.) salevât getirilmezse bu onlar için pişmanlık olur. Hattâ cennete girseler bile salevâtın sevabının büyüklüğünü görüp pişman olurlar.

Bir adam mescide geldi ve namaz kıldıktan sonra duasında sadece "Allâh'ım beni bağışla, bana rahmet et" dedi. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.):

"Ey namaz kılan, acele ettin, namaz kıldığında oturup dua ederken Allâhü Teâlâ'ya layıkıyla hamdettikten sonra bana da salevât getir, sonra dua et." buyurdular.

Bu zât kalktı ve tekrar namaz kıldı. Sonra duasında Allâh'a hamdetti, Resûlullâh Efendimiz'e salevât getirdi.Hazret-i Peygamber aleyhisselâm; "Ey namaz kılan, iste, elbette kabul olunur, iste, elbette kabûl olunur. Kim böylece benim ismimi işitip de bana salevat getirirse Allâhü Teâlâ onun duasını kabûl eder." buyurdular. Kim Allâhü Teâlâ'yı severse onu çok zikreder. Allâhü Teâlâ da böyle zâtı rahmeti ve mağfiretiyle anar -ona rahmet eder-, onu peygamberleri ve evliyasıyla cennete koyar, ikrâm eder; cemâlini gösterir.

Her kim de Resûlullâh aleyhisselâmı severse ona çok salevât getirir, Fahr-i Kâinât'ın şefâatine nâil olur, cennette ona arkadaş olur



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Mezheblerin Tarihçesi
« Yanıtla #1272 : 02 Haziran 2014, 01:52:24 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Ümmetimin (müctehidlerinin dînî hükümlerde) ihtilâfı rahmettir."
(Süyûtî, el-Câmiu 's-Sağîr)




01
Haziran Pazar 2014

Hicrî: 3 Şaban 1435 - Rûmî: 19 Mayıs 1430

Ayasofya'da İlk Cuma Namazının Kılınışı (1453) • Hava Kuvvetleri'nin Kuruluşu (1911)


Mezheblerin Tarihçesi

Resûlullâh'a (s.a.v.) vahiy gelirdi. Ashâb-ı Kirâm bizzat Resûlullah'tan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler dinleyip ilim öğrenirlerdi. Dâimâ Resûlullah'ın (s.a.v.) mübârek meclis ve huzurunda ilim nuru ile nurlanır, kalbleri saf, itikadları doğru, amelleri hâlis ve şüpheleri çözülmüş olurdu. Resûlullah'ın (s.a.v.) vefâtından sonra Ashâb-ı Kirâm (aleyhimürrıdvân) İslâmiyet'in yayılması işini mühim görüp ona çalıştılar. Bu yüzden Kur'ân-ı Kerîm'den ve hadîs-i şerîflerden çıkardıkları birçok hükümleri kitaplara yazmaya elleri değmedi. Zîrâ onların çoğu müctehid olduklarından ihtiyaç olduğunda kendi içtihâdları ile amel ederlerdi. Resûlullâh'ın (s.a.v.) mübârek meclisinde az bir zaman bulunan bir Müslüman köylü bile hikmetli şeyler söylemeye başlardı.

Ashâb-ı Kirâm'dan sonra, Tâbiîn ve onlardan sonrakiler zamanında Müslümanlar ve hâdiseler çoğaldı, câhillik yayıldı, nice bid'at ve dalâletler türedi. Bunun için o zamanın âlimlerinin çalışıp ictihâd etmeleri, halka fetvâ vermeleri, Kur'ân-ı Kerîm'den ve hadîs-i şerîflerden hükümler ve mezheb çıkarıp yazmaları ve insanlara öğret­meleri lâzım ve vâcib oldu. O büyük âlimler de her mes'eleyi deliliyle, her suâli cevabı ve her müşkili fetvâsı ile bildirdiler. Böylece mezhebler meydana geldi.

Her birine bir topluluk uydu. Kimi İmâm Ebû Hanîfe'ye, kimi İmâm Şâfiî'ye, kimi İmâm Mâlik'e, kimi İmâm Ahmed'e, kimi Süfyân-ı Sevrî'ye, kimi Dâvûd-ı Zâhirî'ye ve diğerlerine uydular (rahimehümullah). Fakat zamanımızda ehl-i sünnetin dört mezhebi 'Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî' vardır. Diğerlerine uyan kalmamıştır.

Bütün bu müctehidler, amelî bazı meselelerde ayrı iseler de, itikadda birdirler; hepsi Ehl-i sünnet ve cemâattir. Müctehidlerin ihtilafları Allâhü Teâlâ'nın izni ile olmuştur. Bu imamların hepsi hidâyet üzeredir. Bir kişi amelini, alışverişini, nikâhını ve diğer işlerini bu imamlardan birine uyarak yaparsa doğrudur. Kıyâmette sevâba kavuşup Cennet'e girer. (Birgivî Vasiyetnamesi)


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Allâhü Teâlâ'nın verdiği az rızka râzı olanın ve kanaat edenin az (nafile) ameline de Allâhü Teâlâ razı olur."
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü 'l-Imân)




02
Haziran Pazartesi 2014

Hicrî: 4 Şaban 1435 - Rûmî: 20 Mayıs 1430

Kozan'ın Kurtuluşu (1920)


Hâce Ârif Rivgerî (k.s.)

Silsile-i Sâdât'ın onuncu halkası olan Hâce Arif Rivgerî (k.s.) Hazretleri Buhârâ ve Gucdüvân yakınlarındaki Rivger kasabasında dünyaya gelmiştir.

Hâce Arif Rivgerî (k.s.), Hâce Abdülhâlık Gucdüvânî (k.s.) Hazretlerinin en büyük halîfesidir. Küçük yaşta Hâce Abdülhâlık Hazretlerine intisâb ederek hizmetine girmiş, çok ibadet ve hizmetle meşgul olmuştur.

Hâce Arif Rivgerî (k.s.), uzun ömür yaşamış, Rivger'de vefat etmiştir.

Hâce Hazretlerinin Arifnâme isimli eserinin sonunda müstensih tarafından yazılan beyitte vefatı için tarih düşürülen "Kutb-ı zamân ve Arif-i billâh" ibâresi H. 634 (M. 1236) tarihini göstermektedir.


Orucun Şartları

Orucun farz olmasının şartları vardır. Oruç ile mükellef olmak için müslüman, akıllı ve bâliğ (ergen) olmak şarttır. Bu vasıflar olmayan bir şahıs için oruç farz değildir. Ancak akıllı ve mümeyyiz olan (hayrı, şerri ayırabilen) bir Müslüman çocuğun orucu nafile olarak sahih olur. Orucun edası farz olmak için sıhhatli ve mukîm olmak şarttır. Hasta veya yolcu olanların bu halde oruç tutmaları icap etmez. Bunlar bilâhare kaza ederler. Fakat tutmaları daha hayırlıdır. Bir orucun edası sahih olmak için niyet etmek ve hayz ile nifas olmamak şarttır. Niyet edilmeksizin tutulan bir oruç, muteber değildir. Hayız veya nifas halinde bulunan bir kadının oruç tutması da sahih olmaz. Ramazan-ı şerîf orucunu bilâhare kaza etmeleri lâzım gelir. (B. İslam İlmihali)

Mutfağımız: ..........................................................Peynir Ezmesi

Malzemeler: 1 kâse ufalanmış beyaz peynir veya lor, 2 çorba kaşığı yoğurt, 1 çorba kaşığı acı veya tatlı biber salçası (veya rendelenmiş domates), zeytinyağı, dövülmüş ceviz, kuru nane, pul biber, kekik, maydanoz.

Bütün malzemeler karıştırılır. Maydanoz doğranarak içine katılır veya üzerine konulabilir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Alay Etmek Haramdır
« Yanıtla #1274 : 03 Haziran 2014, 03:09:11 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Rabb'iniz birdir, babanız birdir. Arab'ın Acem'e Acem'in Arab'a, beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü ancak takvâ (Allah korkusu) iledir."
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat)




03
Haziran Salı 2014

Hicrî: 5 Şaban 1435 - Rûmî: 21 Mayıs 1430

Karamanoğlu Mehmed Bey'in Her Yerde Türkçe Kullanılması Hakkında Fermanı (1277)


Alay Etmek Haramdır

İnsanlarla alay (istihzâ) etmek, ayıplarını söyleyerek maskaralığa almak haramdır. Ayet-i Kerîme'de şöyle buyurulmuştur:

"Ey îmân edenler! Bir kavim diğer bir kavim ile alay etmesin. Olabilir ki onlar -o alay edilenler- ötekilerden daha hayırlı olurlar. Kadınlar da kadınlardan -bir kimseyi eğlenceye almasınlar- olabilir ki onlar ötekilerden daha hayırlı bulunurlar. Hem kendilerinizi ayıplamayın ve kötü lakablarla atışmayınız, imandan sonra fâsıklık ne kötü isimdir, Her kim de (şu günahları işler de) tevbe etmezse artık onlar kendilerine zulmedenlerdir." (HucurâtSûresi, âyet 11)


Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

"İnsanlarla alay eden bir kimseye cennetten bir kapı açılır. Gel gel, denir. Büyük meşakkatlerle oraya geldiğinde kapı kapatılır. Sonra bir başka kapı açılır, oradan gel gel diye çağırılır. Yine pek çok eziyetler, zahmetler çekerek oraya ulaşır, lâkin yine kapı kapatılır. Böyle devam eder. Ta ki artık cennetin bir kapısı açılıp o adam çağırılır da gitmez olur."

"Kim bir din kardeşini bir günahından dolayı ayıplarsa, aynı günahı işlemeden ölmez." (Tirmizî)

"Din kardeşinle husûmet ve mücâdele etme ve ona eziyet verecek şakaları yapma."

Şakanın aşırısı makbul değildir. Çok mizah (şaka) yapmak heybeti kaybettirir, yüzsüzlüğe sebep olur; şaka yapılan kimsenin kalbinin incinmesine sebep olur, husumetin, kavganın, hasedin tohumudur. Ölçülü mizah makbuldür.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), güzel latifeler söyler, lâkin her sözü yine hakikat olurdu. "Ben mizah yaparım, lâkin hakikatten başka söylemem" buyururlardı. Mizahı çok nâdir yaparlardı. Muhatapların kalplerini ısındırmak, korkularını gidermek gibi bir hikmete dayanırdı. Böyle latifeleri de hoş görürlerdi.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), Hz. Suheyb-i Rûmî'ye "Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun" buyurdular. Hz. Suheyb "Ağrımayan tarafıyla yiyorum" deyince tebessüm buyurmuşlardır.