Gönderen Konu: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları  (Okunma sayısı 1063966 defa)

0 Üye ve 244 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İlim Öğrenmenin Bazı Adabı
« Yanıtla #1155 : 04 Şubat 2014, 00:02:40 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Mü'minlerin her fırkasından (; her belde ahalisinden, her cemiyetten) bir kısmı dinde tefekkuh (edip külfet ve meşakkate katlanıp fıkıh tahsîl) eylesinler ve dönüp geldikleri vakit kendi kavimlerini irşâd ve inzâr eylesinler..."
(Tevbe Sûresi, âyet 122) 




04
Şubat Salı 2014

Hicrî: 4 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 22 Kânûn-ı Sânî 1430

İskilipli Atıf Hoca'nın İdam Edilmesi (1926) • Balkan Paktı'nın İmzalanması (1934)


İlim Öğrenmenin Bazı Adabı

İmâm Gazâlî (rh.) Hazretleri ilim tahsiline dair bazı adabı şöyle saymıştır:

Birinci vazife herşeyden önce nefsi kötü ahlâktan temizlemektir. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.);

"Dîn temizlik üzerine kurulmuştur" buyurdular. Bu temizlik sadece elbise temizliği değil, kalb temizliğidir. Tevbe sûresinin 28. âyetinde;

"...Müşrik (Allâh'a ortak koşan kimse)ler pislikten ibârettir..." buyurulması necâsetin sadece elbisede olmadığını beyân eder.

Nefsi kötü ahlâkdan temizlemedikçe dinde fayda verecek ilim elde etmek mümkün olmaz, ilmin nuruyla aydınlanılamaz.

İbn-i Mesûd (r.a.) Hazretleri şöyle buyurdular:

"İlim, çok hadîs öğrenip rivayet etmek değildir, ilim ancak Allâh'ın kalbe akıttığı bir nûrdur."

İkinci vazife dünyanın meşguliyetlerini azaltıp vatanından uzaklaşmalıdır ki kalbini ilme iyice verebilsin. Cenâb-ı Hak bir göğüste bir kalp yaratmıştır, iki değil. Sen ilme tamamını vermedikçe ilim sana bazısını vermez.

Üçüncü vazife ilim öğrenirken asla kibirli olmamalı, ona hürmetkâr davranmalı, âlimin (hocasının) önünde, doktor önündeki hasta gibi olmalı, onun işine karışmamalıdır.

Dördüncü vazife insanların ihtilaşarına kulak vermemelidir. Zira bu dehşet ve hayret verir. İşittiği her şeye kalbinin meyletmesine sebep olur, sonunda tembellik ve atâlete götürür.

Beşinci vazife mümkünse faydalı ilimlerin hepsinden işine yarayacak kadar öğrenmelidir. Bu mümkün değilse ilimlerin en mühimlerini seçmektir.

Altıncı vazife ilim tahsil edenin gayesi, kendisini Allâh'a ulaştıracak şeylerle (güzel ahlâkla) süslemek olmalıdır. İlmi asla riyaset, mal ve makam için öğrenmemelidir.





Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Evlad Acısına Sabrın Mükâfatı | İsimlerimiz
« Yanıtla #1156 : 10 Şubat 2014, 02:23:11 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Bir kimse bir ağaç diker de o ağaç yetişip olgunlaşırsa, Allâhü Teâlâ o ağaç sebebiyle o kimse için cennette bir ağaç diktirir."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü'l-Ummâl) 




05
Şubat Çarşamba 2014

Hicrî: 5 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 23 Kânûn-ı Sânî 1430

Laiklik İlkesi ve Altı Ok Anayasa'ya Kondu (1937)


Evlad Acısına Sabrın Mükâfatı

Bir kulun evlâdı vefât ettiğinde Allâhü Teâlâ meleklerine; "Kulumun gönlünün meyvesini mi aldınız?" buyurur. Melekler; "Evet" derler. Hak Teâlâ; "Kulum ne dedi" buyurdu;

"Sana hamd etti ve kalbini sana tuttu ve 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn'* (meâli: Biz herhalde Allâh'ın kullarıyız ve nihayet ve behemehal ona dönüp varacağız), dedi" derler. Hak Teâlâ şöyle buyurur:

"Öyleyse kulum için cennette bir ev binâ edin ve o eve Beytü'l-hamd (Hamd evi) adını verin".

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

"Bir Müslümanın henüz ergenlik çağına ermemiş üç çocuğu ölürse onun için ateşe karşı sağlam bir kale olurlar." Bunun üzerine Ebû Zerr (r.a.):

"Ey Allâh'ın Resûlü! Geçmişte benim iki çocuğum ölmüştü, iki de olur mu?" deyince Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.); "İki de (olur)" buyurdular.

Seyyidü'l-Kurra (Hâfızların efendisi) Übeyy bin Ka'b (r.a.) da: "Yâ Resûlallâh, geçmişte benim bir tek çocuğum ölmüştü. Bir de olur mu?" dedi. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.):

"Bir de olur. Lâkin sabrı ilk anda göstermek lâzımdır" buyurdular. Diğer bir Hadîs-i Şerîfte de şöyle buyuruldu:

"Nefsim kudretinde olan Allâh'a yemîn ederim ki -eğer mükâfatını Cenâb-ı Hak'dan umarak sabredenlerden ise- düşük çocuk, annesini göbek bağıyla cennete götürür." * Bakare Sûresi, âyet 156.

İSİMLERİMİZ: Erkek: Arif, Kız: Arife



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Sultan ikinci Mustafa Han (1664-1703)
« Yanıtla #1157 : 10 Şubat 2014, 02:26:35 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Hiçbir Müslüman yoktur ki, ağaç diksin, yâhud ekin eksin ve mahsûlünden insan veya hayvan yesin de kendisi (sevâbından) istifade etmiş olmasın! Elbette o Müslümana ektiğiyle, diktiğiyle sevap verilir."
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)




06
Şubat Perşembe 2014

Hicrî: 6 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 24 Kânûn-ı Sânî 1430

Sultan İkinci Ahmed Han'ın Vefatı, İkinci Mustafa Han'ın Tahta Çıkışı (1695)


Sultan ikinci Mustafa Han (1664-1703)

22. Osmanlı sultanı, İkinci Mustafa Han, amcası Sultan İkinci Ahmed'in vefatı üzerine tahta geçti (1695). Bu tarihte Osmanlı Devleti Avusturya, Lehistan, Rusya ve Venediklilerle on iki seneden beri harp halindeydi.

Sultan, tahta çıkmasından sadece bir hafta sonra sadrazama, bu yılki sefere katılmak niyetinde olduğunu ve ona göre hazırlıkların yapılmasını bildirmiş, sadrazamın her huzura gelmesinde bunu hatırlatıp ordunun ona göre hazırlanmasını tembih etmişti. Sadrazam devletin içinde bulunduğu maddi ve askerî sıkıntılar sebebiyle padişahı seferden caydırmak isteyince, Sultan: "Bana ağırlık ve hazine lâzım değil. Kuru ekmek yerim. Vücûdumu din uğruna harcar, feda ederim. Her ne meşakkat olursa sabır ve tahammül ederim. Allâh'ın kullarına hizmet tamamlanmadıkça seferden dönmem." diye katî cevap vermesi üzerine sefer hazırlığına başlandı.

İkinci Mustafa Han, kahramanlık ve cesareti dillere destan bir padişah idi. Osmanlı ordusu Avrupa'da altı cephede birden savaştığı sırada büyük bir gayret ve cesaretle, her türlü tehlikeyi göze alarak, ordusunun başında üç kere Avrupa'ya sefere çıktı. İlk iki seferde muvaffak oldu "Gazi" ünvanını aldı. Maalesef üçüncü seferde Zenta muharebesinde Osmanlı ordusu bozguna uğradı ve Karlofça Antlaşması imzalandı.

Şu kıta Sultan İkinci Mustafa Han'ın maneviyatının ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.

Rûz-ı mahşerde kusûrum setr et ey Ferd-i Ganî

Enbiyâ vü mürselîn içre hacîl etme beni

Zikr ü tevhîd ederim sıdk-ı derûn ile seni

Enbiyâ vü mürselîn içre hacîl etme beni

(Ey Rabb'im mahşer gününde kusurlarımı ört, Peygamberler içinde utandırma beni; Seni gönül sadakatiyle zikrederim, Peygamberler içinde utandırma beni)




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Zümer Sûresi
« Yanıtla #1158 : 10 Şubat 2014, 02:29:20 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Resulullah (s.a.v.) "Girmek istemeyen müstesna, bütün ümmetim cennete girer." buyurdular. 'Yâ ResûlAllah kim istemez?' dediler. "Kim bana itaat ederse cennete girer, kim bana isyan eder; emrettiklerimi yapmazsa cennete girmeyi istememiş olur." buyurdular.
(Hadîs-i Şerîf, S. Buhârî)




07
Şubat Cuma 2014

Hicrî: 7 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 25 Kânûn-ı Sânî 1430

Maraş'a Kahraman Ünvanı Verildi (1973)


Zümer Sûresi

Zümer sûresi Kur'ân-ı Kerîm'in 39. sûresi olup yetmiş beş âyet-i kerîmedir. Cennetlikler ile cehennemliklerin, hakkı kabul edenler ile etmeyenlerin zümreler hâlinde cennete ve cehenneme sevk edileceklerini beyan buyurduğu için "Zümer Sûresi"; cennetliklerin gurfelerde (köşklerde) ikamet edeceğini müjdelediği için "Guref sûresi" denilmiştir.

Muhtevasının başlıcaları şunlardır: Kur'ân-ı Mübîn'in nasıl bir hidayet vesilesi olduğu, Allâhü Teâlâ'ya itaat edenler ile etmeyenlerin hâlleri ve akıbetlerini, Kur'ân-ı Azîm'i kabul etmeyip de redde cür'et edenlerin nasıl bir felâkete mâruz kalacaklarını haber verir, günahlarından tevbe edenlerin Allâh'ın mağfiretine nâil olacaklarını, kıyâmet gününün hallerini ve mü'minlerin cennetlere sevk edileceğini müjdeler, kâfirlerin de cehenneme sevkedileceklerini hatırlatır, Meleklerin Arş-ı ilâhi etrafında tesbih ve hamd ile meşgul olacaklarını beyan eder.

Zümer sûresi 53. âyet-i kerîmesi en ümidli âyet olup meâli şöyledir: "De ki: Ey nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım! Allâh'ın rahmetinden ümidi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret buyurur, şübhesiz ki o öyle Gafûr, öyle Rahîm o." Bu mübarek âyet Allâhü Teâlâ'nın ehl-i îman hakkındaki rahmetinin genişliğini, mağfiretinin büyüklüğünü bildiriyor. İnsanları daha fırsat elde iken Allâh'a dönerek hayatlarını tanzime ve onun emirlerine teslimiyete teşvik buyuruyor.

Müşrikler, biz nasıl müslüman olabiliriz ki, birtakım putlara ibadet etmiş ve insanları öldürmüş ve şirke düşmüş bulunmaktayız, demişler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil olmuştur. Kendi kusurunu bilip de tevbe edip aff dileyen kullarını, Allâhü Teâlâ dilerse af edecek vaktiyle olan küfür ve günahından dolayı azap etmeyecektir. Velev ki, günahları denizin köpüğü kadar çok olsun.

Zümer sûresinin 54. âyet-i kerîmesinde de "...(ümidi kesmeyin de) başınıza azâb gelmeden evvel tevbe ile Rabb'inize dönün ve ona tam bir samimiyetle teslim olun. Sonra kurtulamazsınız." buyrulmaktadır.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Dört Halifenin Faziletleri
« Yanıtla #1159 : 10 Şubat 2014, 02:31:24 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Allâhü Teâlâ ümmetimden bir kimseye hayır murâd ederse onun kalbine Ashâbımın sevgisini verir."
(Hadîs-i Şerîf, Deylemî, Müsnedü 'l-Firdevs)




08
Şubat Cumartesi 2014

Hicrî: 8 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 26 Kânûn-ı Sânî 1430

Sultan Dördüncü Murad Han'ın Vefatı (1640) • Yeni Câmi İbâdete Açıldı (1664) • Antep'e Gazi Ünvanı Verildi (1921)


Dört Halifenin Faziletleri

Ümmet-i Muhammed'in en üstünü Hz. Ebû Bekir (r.a.)'dir. Resûlullâh'dan (s.a.v.) sonra hak halîfe olmuştur. Fazileti âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle sâbittir. Tevbe Sûresi'nin 40 ve Hadîd Sûresi'nin 10. âyet-i kerîmeleri onun hakkında nâzil olmuştur. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.): "Ben, Ebû Bekir'den başka her kime İslâm'ı arzetti isem tereddüd eyledi.Yalnız Ebûbekr-i Sıddîk tereddüd etmedi ve gecikmedi, (İslâm'a geldi)" buyurdular. Hz. Ebû Bekir'den (r.a.) sonra insanların en üstünü Ömer bin Hattâb'dır (r.a.) ve Hz. Ebû Bekir'den sonra hak halifedir. Onun da fazileti âyet ve hadîslerle sâbittir. Enfâl Sûresi'nin (Ey Peygamber! Sana Allah ve sana tabi olan mü'minler yeter) meâlindeki 64. âyet-i kerîmesi onun hakkında nâzil olmuştur.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.): "Benim semada iki vezîrim ve arzda dahi iki vezirim vardır. Semadaki iki vezirim Cebrâîl ile Mîkâîl'dir. Arzda olan iki vezîrim Ebûbekir ve Ömer'dir" buyurmuşlardır. Hz. Ömer'den (r.a.) sonra insanların üstünü Hz. Osmân'dır (r.a.), Hz. Ömer'den sonra hak halifedir. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) kızı Rukıye'yi Hz. Osmân'a nikâhladılar, vefât edince diğer kızı Ümmü Gülsûm'ü de ona nikâhladılar. O da vefât edince "Eğer bir üçüncü kızım olaydı, onu da nikâhlardım" buyurdular. Hz. Osmân'dan (r.a.) sonra insanların üstünü Hz. Ali'dir (r.a.) ve fazîleti âşikârdır. Hz. Osmân'dan sonra hak halîfe olmuştur. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) onun hakkında "Münâfık olan Ali'yi sevmez, mü'min olan- Ali'ye buğzetmez" buyurmuşlardır.

Fetih sûresi'nin 29. Ayet-i kerîmesinde -meâlen- şöyle buyuruldu: "Muhammed, Resûlullâh'dır. Onun maiyetindekiler (burada işaret edilen Hz. Ebû Bekir'dir), kâfirlere karşı çok çetin (burada işâret edilen Hz. Ömer'dir) kendi aralarında gâyet merhametlidirler (Burada işâret edilen Hz. Osmân'dır) onları hep rükû ve secde halinde görürsün... (burada işâret edilen Hz. Ali'dir)




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Allâhü Teâlâ'ya yaklaştıran ilmi arttırmadığım bir gün bana gelirse o günün güneşinin doğmasında benim için bereket yoktur."
(Hadîs-i Şerîf, Ebû Nuaym, Hılyetü'l-Evliyâ)




09
Şubat Pazar 2014

Hicrî: 9 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 27 Kânûn-ı Sânî 1430

Halife Ömer bin Abdülaziz Hazretleri'nin Vefatı (720) • Minarelerde İlk Defa Kandil Yakılması (1588) • Boğaziçi Dondu (1621) • Sultan İbrahim Han'ın Tahta Çıkışı (1640)


"Ashâbıma Hürmet Edin, Çünkü Onlar Sizin Hayırlılarınızdır."

Resûlullâh'ın (s.a.v.) ashâbından hiçbiri hakkında yakışıksız ve fena söz söylemeyip onların hepsini sevmek lazımdır. Bir kimse Resûlullâh'ın (s.a.v.) ashâbına buğz yani düşmanlık ederse münâfık olur. Ashâb-ı Kirâm hakkında dilimize sahip olmak lazımdır. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) "Benden sonra ümmetimin üstünü Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali'dir. Onlar hakkında ileri geri konuşmayın ve onlar için ancak hayır söyleyiniz ki ehl-i şekâvetten olmayasınız." buyurdular.

Aşere-i Mübeşşere (Cennetle müjdelenen on Sahâbî): Ebû Bekir, Ömer, Osmân, Ali, Talha, Zübeyr bin Avvâm, Sa'd bin Ebî Vakkâs, Saîd bin Zeyd, Abdurrahmân bin Avf ve Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleridir. (r.anhüm)

Bu on zatın cennetlik olduklarına inanmak lazımdır. Bütün Ashâb-ı Kirâm'ı ancak hayırla ve hürmetle yâd etmeli, anmalıdır. *Hadîs-i Şerîf; İmam Ahmed, Nesâî ve Hakim

İlimlerin En Ehemmiyetlisi

İmâm Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: İlimlerin en ehemmiyetlisine bütün gayretiyle sarılmak lâzımdır ki bu: Ahiret ilmidir, yani marifetullâh; Allâhü Teâlâ'yı bilmektir.

Ahiret ilminin tahsili, ibâdetle ve mücâhede ile tezkiye edilmiş (temizlenmiş) kalbe Allâhü Teâlâ'nın koyduğu bir nur ile olur. Bu da insanı Hz. Ebûbekr'in (r.a.) imanı gibi kuvvetli bir iman sahibi olmaya götürür ki Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) onun hakkında: "Eğer bütün yeryüzündekilerin imanı Ebû Bekir'in imanıyla tartılsa Ebûbekr'in imanı elbette ağır gelirdi" buyurmuşlardır. Bu ilim, onun sadrında yerleşmiş bir sırdır. Burhanlar ve delillerle elde edilecek şey değildir.

Resûlullâh'ın (s.a.v.) bu mübârek sözünü işittiği halde mutasavvıfların buna uygun sözlerine dudak bükene şaşılır. Bu sırrı bilmeye harîs ol, gayret et. Bu ilme ancak öğrenmek hususunda azimli olursan kavuşursun.

İyi bil ki ilimlerin en şereflisi marifetullâhdır; Allâhü Teâlâ'yı bilmektir.

Hikmet sâhibi bir zât diyor ki: Bir şeyi ne kadar güzel yaparsan yap Allâhü Teâlâ'yı bilmedikçe onu güzel yaptığını sanma.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın İrtihali
« Yanıtla #1161 : 10 Şubat 2014, 02:42:34 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Kıyâmet gününde insanların Allâhü Teâlâ'ya en sevgili olanı ve Allâh'ın rahmetine en yakın makam ve mecliste bulunanı adâletli idarecidir."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)




10
Şubat Pazartesi 2014

Hicrî: 10 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 28 Kânûn-ı Sânî 1430

Sultan İkinci Abdülhamîd Han'ın İrtihali (1918)


Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın İrtihali

Osmanlı Padişahlarının en büyüklerinden biri olan Sultan İkinci Abdülhamid Han 21 Eylül 1842 senesi Çarşamba günü dünyaya gelmiştir.

32 sene, 7 ay, 27 gün sultanlıktan sonra 27 Nisan 1909 senesi Salı günü memleket için büyük bir felâket olmak üzere maalesef tahttan indirilip Selanik'e gönderilmiştir.

Sultan, devletin başına bir kâbus gibi musallat olan Makedonya komitecilerinin o muazzam devleti on sene içinde nasıl felakete sürüklediklerini "Mirsâd-ı ibretten temâşâ" etmiştir (İbret aynasından seyretmiştir).

Harbin en buhranlı günlerinden birinde çok mühim bir mesele hakkında Sultan Abdulhamid'in fikrini anlamak isteyen Talat ve Enver Paşalar İshak Paşa'yı Beylerbeyi sarayına göndermişlerdir. Hakanın verdiği cevap aynen şöyledir:

"Bu vaziyette artık benim verebileceğim hiçbir fikir ve tavsiye edebileceğim hiçbir tedbir kalmamıştır. Çünkü bu zavallı devlet harb- i-umumîye sürüklendiği gün mahvolmuştur! Sizi bana gönderenler o çılgınlığı işlemeden evvel göndermeliydiler. Bütün dünya denizlerine hâkim olan devletlere karşı Almanya ve Avusturya gibi kara hudutları içinde yaşayan iki devletle beraber ateşe atılmak tarihin kaydettiği en büyük hamâkat(ahmaklık)tır."

Sultan İkinci Abdülhamid Han 10 Şubat 1918'de 76 yaşının içinde vefat etmiştir.

Sultan'ın cenazesi Topkapı sarayına nakledilerek techiz ve tekfin edildikten sonra, Sultan Reşad'ın iradesiyle ölümünün ertesi günü padişahlara mahsus muazzam merasimle Sultan Mahmud türbesine defnedilmiştir. Bu muhteşem merasim esnasında Ayasofya'dan türbeye kadar iki sıra asker dizilmişti; cadde ile caddeye çıkan sokaklar, pencereler, damlar, ağaçlar ve hatta türbe mezarlığının etrafındaki duvarlar mahşer gibi dolmuştu. Bütün halk derin bir teessür içindeydi. Ağlayanlar, hıçkıranlar ve hatta:

- Bizi bırakıp nereye gidiyorsun? diye haykıranlar oluyordu.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Namazın Ehemmiyeti
« Yanıtla #1162 : 11 Şubat 2014, 01:10:10 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz aleyhisselam buyurdular:
"Namaz, dînin direğidir."
(Hadîs-i Şerîf, Şu 'abü 'l-Imân)




11
Şubat Salı 2014

Hicrî: 11 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 29 Kânûn-ı Sânî 1430



Namazın Ehemmiyeti

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

"Beş vakit namaz büyük günahtan sakındıkça aralarındaki diğer günahlara keffâret olur."

"Kıyâmet gününde kulun ilk bakılacak ameli namazıdır. Eğer o tam bulunursa diğer amelleri de kabûl edilir, eğer noksan bulunursa diğerleri de kabul olunmaz."

"Muhakkak ümmetimden iki adam namaz için dururlar, rükû ve secdeleri de birdir. Lâkin onların namazları arasındaki derece farkı gök ve yeryüzü arası kadardır."

Bu Hadîs-i Şerîf namazda huşûun, kalbi ve kalıbı ile namazın adabına riayet etmenin ehemmiyetine işâret etmektedir.

"İnsanların hırsızlık bakımından en kötüsü namazından çalandır."

"Cemâatle namaz, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi derece üstündür."

"Kim kırk gün iftitâh tekbirini kaçırmaksızın cemaatle namaz kılarsa, ona iki berat yazılır: münâfıklıktan berat, cehennemden berat." "Bir namaz kıldığında (hayata) veda edenin namazı gibi kıl." "Kimin namazı onu günahlardan ve çirkinliklerden alıkoymuyorsa (namaz onun) ancak Allâh'dan uzaklığını artırır." Muhakkak namaz münâcâttır: Allâhü Teâlâ'ya ilticâdır. İlticâ gafletle mümkün olmaz. Bedeniyle beraber kalbi hazır olmayan kimsenin namazını Hak Teâlâ kabûl etmez.

"Bir adam Resûlullâh'a s.a.v.) geldi ve 'Allâha dua edin de şefaat ettiklerinizden ve cennette refiklerinizden (arkadaşlarınızdan) olayım'

dedi. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.):

"Çok secde ederek bana yardımcı ol" buyurdular.

"Kul gizli yaptığı secdeden daha faziletli şeyle Allâhü Teâlâ'ya

yaklaşamaz."


"Kul Allâhü Teâlâ'ya secde ettiği vakit en yakın olur. Secdede çok dua ediniz."




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Allâhü Teâlâ'ya İman
« Yanıtla #1163 : 13 Şubat 2014, 01:46:04 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "İmanınızı yenileyiniz." buyurdular.
"Yâ ResûlAllah! İmanımızı nasıl yenileriz" denildi.
"Lâ ilâhe illallâh sözünü çok tekrar ederek." buyurdular.
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




12
Şubat Çarşamba 2014

Hicrî: 12 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 30 Kânûn-ı Sânî 1430

San'a'nın Fethi (1546) • Kahraman Maraş'ın Kurtuluşu (1920)


Allâhü Teâlâ'ya İman

Müslüman olan bir kimseye, ilk önce "Lâ ilâhe illâllah, Muhammedün resûlullah" kelimesinin ma'nâsını bilmek ve inanmak farzdır. Manası; Allâh'dan (c.c.) başka ilah yoktur, Muhammed (s.a.v.) onun peygamberidir. Bu kelimeye "Kelime-i tevhîd" denir. Her Müslüman kelime-i tevhidin ma'nâsına hiç şüphe etmeden inanmalıdır. Bunları, delîl ile isbât etmesi ve akla uydurması farz değildir.

Kelime-i tevhidin ma'nâsını, Kur'ân-ı Kerîm bildirmekte, Resûlullah da (s.a.v.) bu bildirilenleri açıklamaktadır. Ashâb-ı kirâmın hepsi, bu açıklamaları öğrendi ve kendilerinden sonra gelenlere bildirdiler. Ehl-i sünnet alimleri Ashâb-ı kirâmın bildirdiklerini hiç değiştirmeden, olduğu gibi, kitâblara geçirerek bizlere ulaştırdılar. Herkesin, Ehl-i sünnet i'tikâdını öğrenmesi bu inançta birleşmeleri, birbirlerini sevmeleri lâzımdır. Sa'âdetin, mutluluğun tohumu, bu i'tikâddır ve bu i'tikadda birleşmektir.

Kelime-i tevhidin ma'nâsını, Ehl-i sünnet âlimleri şöyle bildiriyor: İnsanlar yok idi, sonradan yaratıldı. İnsanları ve her varlığı Allâhü Teâlâ yarattı. Bu yaratan birdir (Vahdaniyet). Ortağı, benzeri yoktur. O, hep var idi (Vücûd). Varlığının başlangıcı yokdur; ezelîdir (Kıdem). Hep vardır. Varlığının sonu olmaz (ebedîdir), yok olmaz, Onun hep var olması lâzımdır, O, yok olamaz; bâkîdir (Bekâ). Varlığı kendindendir, hiçbir sebebe ihtiyâcı yokdur (Kıyam binefsihi). Ona muhtâc olmayan hiçbir şey yokdur. Herşeyi var eden, her vârı her an varlıkda durduran odur. O, madde değildir, cisim değildir, bir yerde değildir, hiçbir maddede bulunmaz, şekli yokdur, ölçülmez, nasıldır diye sorulmaz. (O) deyince, akla, hayâle gelen hiçbir şey, o değildir. O, bunlara benzemez (Muhalefetün lil-havadis). Bunlar, hep onun mahlûklarıdır; o, mahlûkları gibi değildir. Akla, vehme, hayâle gelen her şeyi, o yaratmakdadır. Yukarıda, aşağıda, yanda değildir. Allâhü Teâlâ'nın sıfatları vardır. Sıfât-ı sübûtiyye'si sekizdir: Hayât, İlim, Semi', Basar, Kudret, İrâde, Kelâm, Tekvin. Bu sıfatlarında, hiç değişiklik olmaz. Değişiklik olması, kusurdur. Onda kusur, noksanlık yoktur.

Bu dünyada, onu kendisinin bildirdiği kadar bilmek ve âhirette görmek vardır. Dünyada nasıl olduğu anlaşılamadan bilinir. Orada da, anlaşılamadan görülecektir.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hazret-i Selmân-ı Fârisi (r.a.)
« Yanıtla #1164 : 13 Şubat 2014, 01:52:38 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Önde gelenler (İslâmiyet'i kabul etmekte başkalarını geçenler) dörttür: Ben Arab'ın önde geleniyim, Suheyb Rûm'un, Selmân Fars'ın, Bilâl de Habeş'in önde gelenidir."
(Hadîs-i Şerîf, Hâkim, el-Müstedrek)




13
Şubat Perşembe 2014

Hicrî: 13 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 31 Kânûn-ı Sânî 1430

Erzincan ve Görele'nin Kurtuluşu (1918) • Kuzey Kıbrıs Türk Federe Cumhuriyeti'nin Kuruluşu (1975)


Hazret-i Selmân-ı Fârisi (r.a.)

Silsile-i Sâdât'ın ikinci halkası olan Selmân-ı Fârisî Hazretleri Ashâb-ı Kirâm'ın büyüklerinden ve meşhurlarındandır. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) sohbetleri şerefiyle en yüksek kemal mertebesine kavuşmuştur.

Aslen İranlı olup, İsfehan yakınındaki Cey veya Râmehürmüz kasabasındandır. Medîne'ye gelip Müslüman oldu, peygamberimiz (s.a.v.) ona Selmân ismini verdi. Kendisine nesebi soruldu, "Ben Müslüman olduktan sonra nesebim ne olacak "İbnü'l-İslâm=İslâm'ın evlâdı"' diye cevap vermiş ve ondan sonra (Selmân İbnü'l-İslâm) diye anılmıştır.

Hz. Selmân-ı Fârisî (r.a.), Hicret'in beşinci yılına kadar köle olarak yaşamıştır. Bu sebeple Bedir ve Uhud gazalarına katılamamış, Hendek ve sonraki bütün savaşlara katılmıştır.

Hz. Selmân'ın (r.a.) gayet samimi hareketleri Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) ve Ashâbı arasında kendisine karşı pek derin bir muhabbet uyandırmıştı. İstisnâsız herkes Hazret-i Selmân'ı seviyordu. Ensar ve Muhâcirler, Selmân'ı (r.a.) sahiplenerek, "Selmân bizdendir." dediler. Resûlullâh (s.a.v.): "Selmân bizdendir. O Ehl-i Beyt'imdendir." buyurdular. Hendek kazma işindeki gayreti üzerine, Resûlullâh (s.a.v.), onu Selmânü'l-Hayr olarak isimlendirmiştir. Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) halîfeliği devrinde Medîne'den ayrılmayan Hz. Selmân, Hz. Ömer'in halîfeliğinde ihtiyar haline rağmen İran fethine katılmıştır. İranlılar hakkında çok mâlûmat sahibi idi. İranlıları kendi lisanıyla dine davet ediyor, onlara İslâmiyet'i anlatıyordu. İranlılar savaşlarında fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamana kadar fil görmedikleri için şaşırdılar. Hz. Selmân fillerle nasıl çarpışılacağım İslâm askerlerine öğretti. İran'ın Medayin şehri alınınca Hz. Ömer (r.a.) onu şehre vâli tâyin etti. Selmân-ı Fârisî Hazretleri uzun ömür yaşayanlardandır. Hz. Osmân'ın halîfeliği devrinde hastalanmış ve hicretin 33. (M. 654) senesinde Medâyin'de vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir. (RadıyAllahu anh)



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Beş Vakit Namaz Günahlara Keffarettir
« Yanıtla #1165 : 14 Şubat 2014, 12:43:07 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Kim farz namazların arkasında Âyetü'l-Kürsî'yi okursa o kimse, diğer namaza kadar Allâh'ın zimmetinde (himâyesinde)dir."
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu 'cemu 'l-Kebîr)




14
Şubat Cuma 2014

Hicrî: 14 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 01 Şubat 1430

Vakfıkebir ve Beşikdüzü'nün Kurtuluşu (1918) • Yeni Balkan Paktı'nın Ankara'da İmzalanması (1953)


Beş Vakit Namaz Günahlara Keffarettir

Allâhü Teâlâ Hûd Sûresinin 114. âyet-i kerîmesinde (meâlen) "Ve namazı gündüzün iki tarafında ve geceden de gündüze yakın saatlerde dosdoğru kıl. Hasenât seyyiatı giderir (Beş vakit namaz günahlara kefaret olur.) Bu namaz zikir ehline bir va'zdır." buyurmaktadır. Bu âyet-i kerîme beş vakit namazın farz olduğunun açık bir delilidir. Nitekim beş vakit namazın farz olması diğer âyetler ve hadîs-i şerîf ve icma-ı ümmet ile de sabittir. Bunun aksini iddia İslâm itikadına tamamen zıttır. Bu âyetin tefsiri şöyledir:

Ey müslümanlar farz namazları gündüzün iki tarafında (öğle ve ikindi vakitlerinde) ve geceden gündüze yakın saatlerde (yani: Akşam yatsı ve sabah vakitlerinde) dosdoğru ve erkânına ve şartlarına riayet ederek kılın. Şüphe yok ki, (beş vakit namaz) kötülükleri giderir, küçük günahlara keffâret olur ve affına sebeb olur. Fakat büyük günahlardan dolayı herhalde tevbe ve istiğfar etmek icabeder. Namaz imandan sonra ibadetlerin en büyüğüdür. Nitekim Sahih-i Müslim'de bir hadîs-i şerîf şu mealdedir:

"-Kebair denilen büyük günahlardan kaçınıldıkça- Beş vakit namaz ile cuma namazı, diğer cuma gününe kadar aralarındaki günahlar için keffarettir."

Diğer bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) beş vakit namazın fazilet ve ehemmiyetini şöyle haber vermektedir: Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Ashab-ı kirâmına hitaben: "Söyleyin bakalım, birinizin kapısı önünde bir akarsu bulunsa ve günde beş defa içinde yıkansa ne dersiniz? Vücudunun kirinden, pasından bir şey bırakır mı?' buyurdular. Ashab-ı kirâm;

'Yâ ResûlAllah! Hiç kir, pas bırakmaz,' dediler. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)

buyurdu ki:

"Beş vakit namaz da işte bunun gibidir. Onlarla Allâhü Teâlâ günahları siler, affeder."



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Bire On Sevap
« Yanıtla #1166 : 28 Şubat 2014, 10:59:55 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Kim bir hasene (iyilik) ile gelirse ona on misli verilir, kim de bir seyyie (kötülük) ile gelirse o ancak misliyle cezalandırılır ve hiç¬birine haksızlık edilmez."
(En 'âm Sûresi, âyet 160) 




15
Şubat Cumartesi 2014

Hicrî: 15 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 02 Şubat 1430

Gümüşhane ve Maçka'nın Kurtuluşu (1918) • İzmir Eski Eserler Müzesi'nin Açılışı (1927) • Rodos ve 12 Adalar'ın Yunanistan'a Terki (1947)


Bire On Sevap

Bir gün muhtaç bir adam gelip Hz. Ali'den bir şeyler istedi. Hz. Ali (r.a.) oğlu Hasan veya Hüseyin'den birine "Annene git, kendisine bıraktığım altı dirhemden birini al, getir." dedi. Oğlu gitti, biraz sonra geri döndü ve "Annem o altı dirhemi un almak için sakladığını söyledi" dedi. Hz. Ali;

"Bir kul, Allâh'ın hazinesindekine kendi elinde olana güvendiğinden daha fazla güvenmezse îmanı kâmil olmaz! Git, ona söyle, altı dirhemin tamamını göndersin" dedi.

Hz. Fâtıma (r.anhâ), altı dirhemi gönderdi. Hz. Ali de onları gelen kimseye verdi. Hz. Ali (r.a.) daha adımını atmamıştı ki yanına, devesini satmak isteyen bir adam geldi. Hz. Ali (k.v.) ile aralarında şu konuşma geçti:

-   "Deveni kaça satıyorsun?" diye sordu.

-   Yüz kırk dirheme.

-   Parasını bir müddet sonra vermek üzere onu kapıya bağla. Adam da deveyi bağlayıp gitti. Derken başka bir zât çıkageldi ve

-   Bu deve kimin? diye sordu. Hz. Ali (r.a.),

-   Benim, dedi.

-   Onu satıyor musun?

-   Evet.

-   Kaça?

-   İki yüz dirheme.

-   Peki, aldım, dedi.

Adam iki yüz dirhemi verdi, deveyi aldı. Hz. Ali, deveyi satın aldığı zâta yüz kırk dirhemi verdi, artan altmış dirhemi de Hz. Fâtıma'ya getirdi. Hz. Fâtıma,

-   Bu, para nereden? diye sordu. Hz. Ali (r.a.);

-    Bu, Allâh'ın "Her kim bir iyilikle gelirse ona, o yaptığı iyiliğin on katı vardır." buyurarak peygamberi vasıtasıyla bize va'd buyurduğudur.

(Yani, biz altı dirhem sadaka verdik Allâhü Teâlâ bize karşılığında on mislini verdi.) demektir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Seleme Bin Dinar'ın (r.a.) Nasihati
« Yanıtla #1167 : 28 Şubat 2014, 11:01:54 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Şüphesiz ki hayır ehli; iyiler nimetler içindedir. Ve şüphesiz ki fâcir(aşırı isyan eden)ler şiddetli cehennem ateşi içindedirler."
(înfitâr sûresi, âyet 13-14)




16
Şubat Pazar 2014

Hicrî: 16 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 03 Şubat 1430

Tatvan'ın Kurtuluşu (1918) • Naylonun ABD'de İlk Defa Olarak İmâli (1937)


Seleme Bin Dinar'ın (r.a.) Nasihati

Emevi Halifesi Süleyman bin Abdülmelik Medine-i Münevvere'ye gelince: "Burada Ashâb-ı Kirâm'ın devrine erişmiş bir kimse var mıdır ki görüşüp bir miktar sohbet edeyim?" diye sordu. Medineliler: "Medine'nin âlimi ve kâdısı Seleme bin Dînar (r.a.) takva sahibi bir zattır. Ashâb-ı Kirâm'dan bir kısmına erişmiştir ve onlardan hadîs-i şerîşer rivayet eder." dediler. Halife, adam gönderip davet etti. Aralarında şu konuşma geçti:

"İnsanların ölümü beğenmeyip kötü görmesinin sebebi nedir?" "İnsanlar âhiretini harab, dünyasını mamur eylediğinden, mamur olan mahalden harab mahalle gitmeyi kötü görüyor." "Allâh'ın huzuruna varmanın şeklini bana açıkla!" "İnsan ya güzel amel sahibidir veya kötü amel sahibidir. Güzel amel sahiplerinin Allâh'ın huzuruna varışı, bir kimsenin gurbetten vatanına; ailesine gitmesi gibidir ki, biran önce kavuşmak için koşar. Ama kötü amel sahiplerinin Allâh'ın huzuruna varması, firardan sonra yakalanıp, sahibine zorla geri getirilen kölenin hali gibidir." demesi üzerine Halife ağladı:

"Acaba Allah katında bizim halimiz nicedir?" dedi.

"Ey Süleyman! Kendini Allâh'ın kitabına arz eyle! İyi veya kötü halin ne ise görürsün."

"Benim halimi açıklayan âyet-i kerîmeyi Kitâbullah'ın neresinde bulurum?" diye sordu.

"Şüphesiz hayır ehli nimet içindedirler. Facirler; (aşırı isyana sapanlar) da cehennemdedirler" (meâlindeki İnfitar sûresinin 13 ve 14.) âyetlerinde bulursun"

"Bana nasihat olmaya en yakın hangi âyettir?"

"...Muhakkak ki Allâh'ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır." (meâlindeki A'râf sûresinin 56.) âyet-i kerîmesidir." dedi. Halife ağladı ve bir müddet başını önüne eğip düşündükten sonra:

"Ne yapmalıyım? Bana söyle!"

"Ey Süleyman! Cenâb-ı Allah seni nelerden nehyetmişse, seni o şey ile meşgul görmesinden kork ve kaçın!

Sana her neyi emrettiyse, o emrettiği mahalde seni bulmamasından kork!"



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hz. Yûnus Aleyhisselâmın Zikri
« Yanıtla #1168 : 28 Şubat 2014, 11:03:34 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Zâtıma yemin ederim ki, sizleri biraz korku, biraz açlık, biraz maldan, candan ve hâsılattan eksiklik ile imtihan edeceğiz, müjdele o sabredenleri."
(Bakara Sûresi, âyet 155)




17
Şubat Pazartesi 2014

Hicrî: 17 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 04 Şubat 1430

Şeyh Şamil (rh)'in Medine'de Vefatı (1871) • Tonya, Akçaabat ve Tercan'ın Kurtuluşu (1918) • Medenî Kanun'un TBMM'de Kabul Edilmesi (1926)


Hz. Yûnus Aleyhisselâmın Zikri

Hz. Yûnus (a.s.) Dicle'nin batısında Musul şehri yanında Ninova ahalisine peygamber gönderildi. Onları tevhide davet etti. Lâkin onlar putlarını terk etmediler. Allâhü Teâlâ'nın azabıyla korkuttu, yine kulak asmadılar. Hz. Yûnus (a.s.)'da ümmetine darıldı ve helâk olacakları da kendisine bildirildiğinden Allâh'ın emrini beklemeden çıkıp gitti. Deniz sahiline geldi, bir gemiye bindi. Kendisine hürmet ettiler.

Fakat gemi batmak tehlikesine düştü, gece karanlığı da çöktü ve; "Ey gemi halkı, sizin içinizde efendisinden firar etmiş bir köle vardır, onu suya atın. Yoksa hepinizi deniz yutacaktır" sesini işittiler. Hz. Yûnus (a.s.) "O köle benim" dedi. Gemi halkı "Vallâhi kura atmadıkça sözüne inanmayız" dediler. Kura Yûnus (a.s.)'a isâbet etti, "Ben size demiş idim" diyerek mübârek vücudunu denize bıraktı. Derhal onu bir büyük balık yuttu.

Hz. Yûnus (a.s.), balığın karnında, denizin ve gecenin karanlıkları içinde "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine'z-zâlimîn"* diyerek Allâhü Teâlâ'yı zikrediyordu. Melekler onun zikrini işittiler ve;

"Ey Rabb'imiz, bu Yûnus aleyhisselâmın sesidir, lâkin hangi yerde olduğunu bilemiyoruz" dediler.

"Denizin en derin yerinde, balığın karnındadır" buyuruldu. Melekler; "Yâ Rabbi, o günah mı işledi?" dediler.

"Hayır, lâkin ben onu terbiye edip kudret ve melekûtümün acâiblerini ona açtım, o da beni tesbîh ve takdîs eyliyor" buyurdu. Melekler Hz. Yûnus (a.s.)'ın yanına indiklerinde gördüler ki tesbihinin güzelliğinden dolayı bütün balıklar saf saf etrafına toplanıp onu dinlemektedirler. Melekler; "es-Selâmü aleyke Yâ Yûnus" dediler. Hz. Yûnus selâmlarına cevap vermedi. Melekler döndüler. Allâhü Teâlâ; "Kulumu nasıl buldunuz" diye buyurdu.

"Onu bizden çok seninle meşgul bulduk." dediler. Allâhü Teâlâ; "Muhakkak doğru söylediniz. Bizimle meşguliyeti ona başkalarını terk ettirdi" buyurdu.

* Enbiya sûresi, 87. âyet meâli şerîfi: Senden başka hiç bir ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İnsanların Hayırlısı İnsanlara Faydalı Olandır | Beyit
« Yanıtla #1169 : 28 Şubat 2014, 11:06:05 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Kim, (işlediği) bir günâh sebebiyle (din) kardeşini ayıplarsa, o günâhı işlemedikçe ölmez."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)




18
Şubat Salı 2014

Hicrî: 18 Rebîulâhir 1435 - Rûmî: 05 Şubat 1430

Fatih Sultan Mehmed Han'ın Tahta Çıkışı (1451) • Türkiye'nin NATO'ya Girmesi (1952)


İnsanların Hayırlısı İnsanlara Faydalı Olandır

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Ey mü'minler!... Ölülerinizin güzel hallerini söyleyiniz, kötü hallerini söylemekten çekininiz." buyurdular.

İnsan başkalarının hayrına çalışmalıdır, başkalarının kemalatını itiraf etmelidir. Yoksa onun bunun fena hallerini araştırmak, bunları dile dolayıp teşhir etmek en kötü bir harekettir. Bilhassa ölüp gitmiş, kendi amellerinin sevap veya cezasına kavuşacak olan bir din kardeşimizin şahsına ait bulunan kötü hallerini söylemek asla caiz görülemez. Onun güzel hallerini söylemelidir ki hakkında rahmet okumaya vesile olsun. Ancak bir şahsın bid'at ve zulüm gibi dine uymayan, insanlara zararlı olan bir hali bulunursa halkı ondan sakındırmak için bunu söylemek lâzım gelir. Bunları söylemek ve elden gelirse menetmeye çalışmak mühim bir vazifedir.

Fakat insanların şahıslarına ait bazı kusurlarını görüp de bunu orada burada söyleyip durmak insanlığa yakışmaz.

"Cihanda bî-kusur insan bulunmaz. / Velâkin her kusur teftiş olunmaz." Yani kusursuz insan olmaz, öyleyse her kusura bakılmaz. denilmiştir.

İnsan, kendi kusur ve ayıplarını görüp kurtulmaya çalışmalıdır. İnsanların ayıplarını araştırmak ayıptır. Kendi ayıplarını gören başkalarının ayıplarını göremez. Öyle kimseler vardır ki, kendilerinin birçok kusurları olduğu halde onları görmezler de başkalarının en ufak bir kusurunu bile görmekten kendilerini alamazlar. Maamafih kusur sahipleri de kendilerine bir iyilik olmak üzere hakikî mü'minler tarafından yapılacak nasihatleri, hatırlatmaları memnuniyetle karşılamalıdırlar. Bu bir insanî vazifedir. Hazreti Ömer, radıyAllahü teâlâ anh demiştir ki:

"Bana ayıplarımı gösteren kimseye Allâhü Teâlâ rahmet etsin."

Beyit:

"Dost odur ki sana doğrusun(u) diye,
Dost değildir sana doğrusun diye." (La edri)