Gönderen Konu: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları  (Okunma sayısı 1063847 defa)

0 Üye ve 214 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Mülk Sûresi Okumanın Fazîleti | Mutfağımız: Faydalı Bilgiler
« Yanıtla #1080 : 21 Kasım 2013, 10:59:19 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Cebrâil (a.s.) bana geldi ve Allâhü Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu haber verdi: Sen olmasaydın cenneti yaratmazdım. Ve sen olmasaydın cehennemi yaratmazdım.”
(Hadîs-i Şerîf, Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs)




21
Kasım Perşembe 2013

Hicrî: 18 Muharrem 1435 - Rûmî: 08 Teşrin-i Sânî 1429

Mardin'in Kurtuluşu (1920) • İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Açılışı (1944)


Mülk Sûresi Okumanın Fazîleti

Şâfîî âlimlerinden Sübkî: “Hilâl görüldüğü zaman (Tebârekellezî bi yedihi’l-mülk) Mülk sûresini okumak müstahabdır.” demiştir. Çünkü bu sûreyi okumak kurtuluşa vesiledir.

Bu sûrenin okunmasındaki hikmet şudur. Mülk sûresi, ayın günleri adedince otuz âyettir. Allâhü Teâlâ hilâli gördüğünde bunu okuyan kulunu kurtuluşa erdireceği umulur. Ve o suredeki her âyetin bereketi ile ayın tamamında onu korur.

Hz. İbn-i Mesûd (r.a.) buyurdular: Mülk sûresi kabir azabına mâni olur. Azap Mülk sûresini okuyanın kabrinde baş tarafından gelir. Bunun üzerine başı şöyle lisana gelir: “Bu taraftan giremezsin. Zira o Mülk sûresinin benim içime koydu.” der. Sonra azap için ayakları tarafından gelinir. Bu defa ayakları: “Bu taraftan da giremezsiniz. Zira o benim üzerimde durarak Mülk sûresini okurdu.” der.

Âlimler, Mülk sûresini her gece okumanın müstehap olduğunu söylemişlerdir. Zira her gece bu sûreyi okumak kabir azabından kurtuluşa vesiledir.

İbn-i Abbas (r.anhumâ) bir adama: “Sana sevineceğin bir söz armağan edeyim mi?” dedi. Adam,

“Evet, ey İbn-i Abbas! Allah sana rahmetiyle muamele eylesin!” der. Bunun üzerine İbn-i Abbas (r.anhumâ)

“Mülk sûresini oku. Onu okumayı hanımına ve bütün çocuklarına öğret. Komşularına da öğret. Zira bu sûre kurtuluş vesilesidir. Bu sûre dünyada kendisini okuyan kullar için kıyâmet gününde huzûru ilahîde mücadele edecek ve Rabbinden kendisini okuyan kullarını kabir azabından kurtarmasını dileyecektir.” der.

Mutfağımız: Faydalı Bilgiler

• Pilav tereyağı ile pişince daha lezzetli olur.
• Pirinçlerin yapışmaması ve tane tane olması için suyuna birkaç damla zeytinyağı, 1-2 damla limon suyu ekleyiniz.
• Pilava et, baklagil, sebze gibi malzemeler eklendiğinde su miktarını artırmak gerekir.
• Beklemiş pilavı ısıtırken tencereye birkaç damla su ekleyiniz.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
En Kısa Salavât | Meyyitzâde: Ölüoğlu
« Yanıtla #1081 : 22 Kasım 2013, 16:59:06 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“İki rek’at duhâ (kuşluk) namazını kılmaya devam eden kimsenin günahları -denizköpüğü kadar da olsa- bağışlanır.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)




22
Kasım Cuma 2013

Hicrî: 19 Muharrem 1435 - Rûmî: 09 Teşrin-i Sânî 1429

Âşık Paşa'nın Vefatı (1333) • Sultan Birinci Ahmed Han'ın Vefatı ve Birinci Mustafa Han'ın Tahta Cülûsu (1617)


En Kısa Salavât

Her zaman ve her yerde salevât okunur. Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.):

“Sana nasıl salevât okuyalım” dediler.

“Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, deyiniz.” buyurdular.

Salevâtın en kısası budur. Birçok salevât ve her birinin ayrı bir fazileti vardır. En meşhuru salât-ı münciyedir. 


Meyyitzâde: Ölüoğlu

Bir gün Hz. Ömer’in yanına oğlu ile bir adam geldi.

Hz. Ömer (r.a.):
"Bu çocuk sana karganın kargaya benzediğinden daha çok benziyor." dedi.

Adam:
“Ey Mü’minlerin emîri, annesi onu öldükten sonra doğurdu” dedi.

Hz. Ömer, anlat dedi. Şöyle anlattı:
Bir gazaya çıkmıştım. Annesi hâmile idi ve vakti de yaklaşmış idi. Vedâ ederken ihlâs ve samîmiyetle: “Karnındakini Allâh’a emânet ediyorum” dedim.

Bir vakit sonra döndüğümde evimin kapısını kapalı buldum. Bu hânedeki hanıma ne oldu, diye sordum. Öldü, dediler. Kabrine gidip ziyâret ettim ve ağladım. Gece amcamın oğullarından bazısı ile oturmuş sohbet ediyorduk. Kabristan bulunduğumuz yerden görünüyordu. Kabirlerden birinden bir ateş yükseldiğini gördüm. Bu ateş nedir, diye sorunca yanımdakiler benden utanıp dağıldılar. Onlardan bana en yakınına gidip sordum. Bu ateşi, hanımının kabrinde her gece görüyoruz, dedi. “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn, vallâhi ben onu gece ve gündüz çok namaz kılan, iffetli bir Müslüman olarak bilirim.” dedim. Sonra kabrine geldiğimde kabrin açılmış olduğunu gördüm. Şu oğlum da kabrin yanında sürünüyordu.

“Ey Rabbine emânet eden, işte emânetini al. Vallâhi, annesini de emânet etseydin, onu da bulurdun.” diye bir nidâ işittim. Çocuğu aldım, kabir kapandı.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hz. Yûnus Aleyhisselâm | Faydalı Bilgiler
« Yanıtla #1082 : 24 Kasım 2013, 00:49:20 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Kim benim kabrimi ziyâret ederse, ona şefâatim vâcib olur.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü’l-Îmân)




23
Kasım Cumartesi 2013

Hicrî: 20 Muharrem 1435 - Rûmî: 10 Teşrin-i Sânî 1429

Midilli Adasının Fethi (1462) • Enez ve Havsa'nın Kurtuluşu (1922) • Türkiye'de İlk Kalp Nakli Ameliyatı (1968)


Hz. Yûnus Aleyhisselâm

Hz. Yûnus, Benî İsrail'den mübarek bir peygamberdir. Annesine nisbetle Yûnus bin Metta diye yâd olunur. Âsûriye devletinin payitahtı olan, halen Musul şehrinin karşısında harabesi görülen Ninova ahâlisine peygamber gönderilmiştir. Putlara tapmakta bulunan Ninova ahâlisi, Hz. Yûnus'un otuz üç sene devam eden nasihatlerini dinlemediler. Hz. Yûnus da kendisine Allâhü Teâlâ tarafından henüz izin verilmeden Ninova'yı bıraktı, Dicle kenarına gitti, bir gemiye binip bir tarafa gitmek istedi. Fakat gemi yürümedi. İçinde bulunanlar, "Aramızda bir suçlu kul var" demeye ve kur'a atmaya başladılar, Hz. Yûnus "O suçlu kul benim. Rabbimden daha müsâde almadan kavmimi terk ettim.” diye kendisini suya attı. Derhal büyük bir balık tarafından yutuldu. Hemen “Lâ ilâhe illa ente sûbhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn” diye Allâhü Teâlâ’yı tesbîhe devam etti de bir müddet sonra balık kendisini çıkarıp sahile attı.

Bu tesbihin manası şöyledir: "Yâ Rabbi. Senden başka mâbûd yoktur. Seni noksanlardan tenzih ederim, ben şüphesiz zâlimlerden oldum".

Hz. Yûnus aleyhisselâmdan sonra Ninova şehrini korkunç bir kara duman kaplamıştı. Ahâli derhal Allâhü Teâlâ'ya yalvararak tevbe ettiler, yaptıklarına pişman oldular. O duman da üzerlerinden açılıp gitti, başlarına gelecek belalardan kurtulmuş oldular.

Hz. Yûnus tekrar Ninova'ya gelip bir müddet daha insanları irşad ile meşgul oldu, sonra bu şehri terk ederek uzlete çekildiği bir mahalde irtihâl etti.


Faydalı Bilgiler

• Dana eti sıvıyağ, sarımsak, karabiber, acı biber, domates püresi veya salçası ve yoğurt ile en az iki saat terbiye edilirse, daha yumuşak ve lezzetli olur.
• Et yemeklerinin daha lezzetli olması için dereotu, maydanoz, biberiye - kekik gibi otlar kullanabilirsiniz.
• Kıyma alacaksanız beklemiş kıyma yerine kendiniz et alıp onu kıyma yaptırın.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hz. Ukkâşe'nin Resûlullâh'dan Hakkını Alması
« Yanıtla #1083 : 24 Kasım 2013, 17:09:47 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Hz. Aişe “Yâ Resûlallâh! Şehitlerle haşrolunacak kimse var mıdır?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Evet. Gece ve gündüz ölümü yirmi defa hatırlayan kimse” buyurdular.
(Hadîs-i Şerîf, İhyâu Ulûmiddîn)




24
Kasım Pazar 2013

Hicrî: 21 Muharrem 1435 - Rûmî: 11 Teşrin-i Sânî 1429


Hz. Ukkâşe'nin Resûlullâh'dan Hakkını Alması

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), vefâtlarına yakın, bir hutbelerinden sonra şöyle buyurdular:

“Ey Müslüman cemaati, muhakkak ben sizin için nebî, nasîhatçi ve Allâh’ın izni ile ona davetçiyim. Ben sizin için öz kardeş, merhametli peder makamındayım. Sizden kimin bende bir hakkı var ise kalksın da kıyâmette kısasdan önce benden kısas yapsın.”

Hiç kimse kalkmayınca, ikinci defa ve sonra üçüncü defa (mübârek sözlerini) tekrar buyurdular. Üçüncüde Ukkâşe bin Mihsan ayağa kalktı. Resûlullâhın önüne varıp:

“Anam babam fedâ olsun Yâ Resûlallâh, eğer siz üç defa buyurmasa idiniz, böyle bir şeyi aslâ arz etmez idim. Ben sizinle bir gazâda iken devemden inip dizinizi öpmek için size yaklaştım, siz bu sırada devenizi hızlandırmak için kullandığınız sopanızı kaldırıp böğrüme vurdunuz.” deyince Resûlullâh Efendimiz: Hz. Bilâl’e Hz. Fâtıma’nın hânesinden sopasını getirmesini emir buyurdular. Hz. Bilâl sopayı getirip Resûlullâh’a, Resûlullâh da Ukkâşe’ye verdi.

Hz. Ebûbekr ve Ömer, onlardan sonra Hz. Ali sonra da Hz. Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz Ukkaşe’ye kendilerine kısas yapmasını söylediler: “Yâ Ukkâşe, işte bizler önündeyiz, kısası bizden yap, Nebî aleyhisselâmdan yapma” dediler. Resûlullah razı olmadı: “Oturunuz, Muhakkak Allâh sizin derecenizi ve niyyetinizi bilir” dedi.

Sonra “Yâ Ukkâşe, vuracaksan vur.” dedi. Ukkâşe “Yâ Resûlallâh siz vurduğunuzda üzerimde elbisem yoktu” deyince Resûlullâh elbisesini açtı. Mesciddekiler sesli ağlamağa başladılar. Ukkâşe hemen eğildi ve sırtını öperek;

“Ruhum size fedâ olsun, Yâ Resûlallâh, sizden kısas yaparak kimin gönlü hoş olur. Ben bunu ancak cismim mübârek cisminize değsin de Rabbim senin hürmetine beni ateşinden muhâfaza etsin diye yaptım” dedi.

Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.);
“Cennet ehlinden birine bakmak kimin hoşuna giderse şu zâta baksın” buyurdular. Mesciddekiler gelip alnından öptüler ve; “Müjde olsun ki pek yüksek makamlara ve Resûlullâh’ın komşuluğuna erdin” diye tebrik ettiler.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Nazar Haktır | Çiçek Sevgisi Ve Kâğıda Hürmet
« Yanıtla #1084 : 25 Kasım 2013, 11:58:06 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“İnsanların gördüğü yerde namazını güzel kılıp da kimsenin olmadığı yerde dikkat etmeyenin bu yaptığı, namazı hafife almaktır.”
(Hadîs-i Şerîf, Musannef-i Abdurrezzak)




25
Kasım Pazartesi 2013

Hicrî: 22 Muharrem 1435 - Rûmî: 12 Teşrin-i Sânî 1429

Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın Vefatı (1072) • Edirne'nin Kurtuluşu (1922)


Nazar Haktır

Nazar, göz değmesi haktır. Resûlullah (s.a.v.):
“Kaderi geçecek bir şey olsaydı onu, nazar geçerdi. Çünkü nazar insanı kabre, deveyi tencereye sokar.” buyurdu.

Bir kimse bir şey gördüğünde beğenir ve ona nazarı değmesinden korkarsa sünnet olan:
“MâşâAllahü lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” demesi ve hayır ve bereket temenni ederek:
“Bârekallâhü fîke ve aleyke” demesidir.   (Şir’atü’l-İslam, Fazilet Neşriyat)


Çiçek Sevgisi ve Kâğıda Hürmet

Avusturya Sefîri olarak 1554’den 1562’ye kadar Türkiye’de kalmış bulunan Busbeg’in hatıralarından:

…İstanbul'a doğru ilerlediğimiz sırada, mevsim kış olmasına rağmen, lale, sümbül, nergis gibi çiçeklerin açmış olduğunu hayretle gördük. Lalelerin fazla bir kokusu olmamakla beraber görünüşlerinin güzelliği ve renklerinin çeşitliliğine hayran olmamak mümkün değildir. Türkler çiçeğe çok düşkündürler. Güzel bir çiçek için büyük miktarda para vermekten çekinmezler. Bunları çoğu defa bana hediye ediyorlardı ama karşılığında bahşişlerini de alıyorlardı…

Yolculuğumuz sırasında, Türklerin imaret dedikleri hanlarda kalmıştık. Duvarların deliklerine sokulmuş kağıt parçaları dikkatimi çekti.. Bunlara çok rastlamıştım. Bunları bulundukları yerden alarak Türklere gösterip üzerlerinde neler yazıldığını sorduğum zaman mühim bir yazı yazılmamış olduğunu anladım.

Ancak Türkler suallerime bir cevap vermemişlerdi. Daha sonraları, onlarla daha senli benli olduğum zaman bunun sebebini öğrendim. Türklerin kâğıda karşı gösterdikleri saygı, üzerine Allâh’ın adı yazılabilmesinden ileri geliyormuş. Onun için, nerede bir kâğıt parçası görseler, ayak altında çiğnenmesin, kirlenmesin diye yüksek bir yere, bilhassa duvar kovuklarına koyarlarmış.  





Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Seksen Bin Dirhemlik Harf | Mutfağımız: İrmik Helvası
« Yanıtla #1085 : 26 Kasım 2013, 11:24:58 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Ümmetimin en şereflileri, Kur’ân okuyup, ezberleyip onunla amel edenler ile geceleri ibâdet edenlerdir.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü'l-Îmân)




26
Kasım Salı 2013

Hicrî: 23 Muharrem 1435 - Rûmî: 13 Teşrin-i Sânî 1429

"Eser-i Hayr" İsimli Osmanlı Yapımı Buharlı Gemi Denize İndirildi (1837) • Soyadı Kanunu'nun Kabulü, Lakap ve Ünvanların Kaldırılması (1934)


Seksen Bin Dirhemlik Harf

Tarihçi İbn-i Hallikân, Vefeyâtü'l-A’yân isimli eserinde şöyle yazmıştır:

Abbâsî Halîfesi Me'mûn, tertîb ettiği bir hadîs dersinde dedesi İbn-i Abbâs hazretlerinden şu meâldeki Hadîs-i Şerîf'i senedi ile rivâyet etti: “Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: Bir kişi, bir kadınla hem dindarlığı ve hem de güzelliği sebebiyle evlenirse, ona fakirlikten perde olur.

Ancak hadîs içinde geçen ve “bir açığı ve gediği kapatmak” manasına gelen “sidâdün” kelimesini “sedâdün” olarak okudu.

Mecliste hazır bulunan Tebe-i Tâbiîn'den fakîh ve muhaddis Nadr bin Şümeyl: “Ey Mü'minlerin emîri, Hadîs-i şerîf sahîhdir.” dedikten sonra başka bir rivâyetini Hz. Ali yoluyla naklederken o kelimeyi “sidâdün” diyerek okudu.

Halîfe Me'mûn hemen doğrulup o kelimeyi niçin öyle telaffuz ettiğini ve iki telaffuz arasındaki mâna farkını sordu.

Nadr, “Ey mü'minlerin emîri, ‘sedâd’: bir dîne ve yola girmeyi kasıttır. 'Sidâd' ise kendisi ile bir şeyi muhafaza için önünün kapatıldığı her şeye denilir.” diye izah edip bunu ispat edecek meşhûr bir beyit okudu.

Bunun üzerine Halîfe, hemen elli bin dirhem verilmesi için bir emir yazıp vezîrine gönderdi. Vezîr hadiseyi işitince otuz bin dirhem de kendisi verdi.

Böylece istifâde edilen bir harf sebebiyle seksenbin dirhem verilmiş oldu.


Mutfağımız: İrmik Helvası

Malzemeler: Tereyağı 150 gr, irmik 1 su bardağı, şeker 2,5 çay bardağı, su 2,5 su bardağı, güner içi 10 gr.

Hazırlanışı:
Bir tencerede tuzsuz tereyağını kısık ateşte eritip, ince bir süzgeçle başka bir tencereye süzülür. Süzülen tereyağı, güner içi (çam fıstığı) ile irmiği ekleyerek, kısık ateşte kavrulur. İyice kavrulunca başka bir tencerede kaynayan su konulur.

İrmik, suyunu çekene kadar karıştırılır. İrmik, suyunu çektikten sonra şeker ilave edilir ve tekrar çekene kadar karıştırılır. Çekmiş olan irmik helvası bir tepsiye boşaltılır üstü düzeltilerek soğumaya bırakılır.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Iskât-ı Salât ve Devir Nasıl Yapılır?
« Yanıtla #1086 : 27 Kasım 2013, 13:28:14 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Üç şey vardır ki, ciddîsi de ciddî, şakası da ciddîdir. Bunlar; nikâh, talâk(boşama) ve yemindir.”
(Hadîs-i Şerîf, Zeylaî, Nasbu’r-Râye)




27
Kasım Çarşamba 2013

Hicrî: 24 Muharrem 1435 - Rûmî: 14 Teşrin-i Sânî 1429

Selimiye Camii'nin Açılışı (1575)


Iskât-ı Salât ve Devir Nasıl Yapılır?

Bir Müslüman namazlarını îmâ ile olsun edâ veyâ kazâya gücü yeter iken edâ ve kazâ etmeden vefât etse bunların âhiretteki mes’ûliyetinden kurtulabilmesi ümidiyle ıskât yapılabilmesi için malının üçte birinden vasiyette bulunmuş olması lazımdır. Iskât-ı salâtı için bir şey vasiyet etmemiş olan bir ölünün mükellef olan vârislerinden biri tarafından teberruan (mecbûren değil, bağış olarak) verilecek bir bedel ile de ıskât yapılabilir.

Namaz fidyesi için ayrılan para muayyen müddet için kâfî gelmezse bu para devir suretiyle bir fakire veya birkaç fakire de (zekât verilebilen sınıflardan herhangi birine) verilebilir.

Devir yapılırken aceleye getirilmez, usûlüne uyarak şöyle yapılır: Ölünün velîsi, yâni vârisi fidyeyi fakîre verirken “Filân oğlu filânın namaz fidyesi olmak üzere bunu al” deyip fakîre -hakikaten malı olmak üzere- vermeli, fakîr de bunu “kabul ettim” deyip aldıktan sonra kendi rızâsıyla ona hibe ve teslim etmeli, o da hibeyi kabul edip aldıktan sonra yine bu minval üzere o fakîre veya başka bir fakîre tespit edilen adet miktarınca vererek devri bitirmelidir.

Mesela: Altmış iki yaşında vefat eden bir zatın 12 yıl çıkarılınca 50 yıllık hayatının namazı için devir şöyle yapılır: Fitre miktarı 5 lira, elimizdeki fidye parası 900 lira olsa bu para bir ayın fidyesi olur. Bir fitre için verdiğiniz meblağ bir fidye olur. Bir fitre 5 lira ise bir ayda vitirle beraber 6 vakit x 30: 180 vakit namaz vardır.

180 x 5 = 900 lira. Bir aylık namazın fidyesi olur. 50 yılda (50 x 12=) 600 ay olduğuna göre 900 lira 600 kere devrederse 50 yıllık namaz ıskatı yapılmış olur.

Namaz fidyesinden sonra oruç keffareti, kurban keffareti sonra yemin keffâreti için tekrar devir yapılır.

Bozulup kazâ edilmemiş nâfile namazlar ile nezredilip de edâ edilmemiş nezir namazları ve kurbanları için de bir miktar devir yapılır.

Hatta yapılmamış tilâvet secdesi de bir vakit namaz gibi sayılarak bundan dolayı da fidye verilir.

Namaz fidyeleri tamamı bir kerede bir fakire verilebilir,

ama yemin ve oruç keffâretleri verilemez. (B. İslâm İlmihali, Ö. Nasuhî Bilmen)




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Kim ben âlimim derse o câhildir."
« Yanıtla #1087 : 28 Kasım 2013, 11:17:15 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Muhakkak ben âlimim’ diyen kimse câhildir. ‘Muhakkak ben câhilim’ diyen kimse câhildir. ‘Muhakkak ben cennetteyim’ diyen kimse cehennemdedir. ‘Muhakkak ben cehennemdeyim’ diyen kimse cehennemdedir.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr)




28
Kasım Perşembe 2013

Hicrî: 25 Muharrem 1435 - Rûmî: 15 Teşrin-i Sânî 1429

Kanuni Sultan Süleyman Han'ın Bağdad'ı Fethi (1534) • Şapka Kanunu'nun Yürürlüğe Girmesi (1925)


"Kim ben âlimim derse o câhildir."

İlim, Allâhü Teâlâ’nın kulunun kalbine verdiği bir nurdur. Mü’min o nur ile bilir. Hadîs-i şerîfte: “Mü’min Allâh’ın nûru ile bakar” buyurulduğu üzere o nurla nefsini câhil, kâsır, âciz, günahkâr, hakîr görür, kendinde ilim görmez. Nitekim âyet-i kerîmede “Allah bilir, siz bilmezsiniz.” buyuruldu.

İlimden birkaç bahis bilen kimsenin kibirlenmesi sırf cehâlettir. Kul için kibirlenmek haramdır. Muhakkak azamet ve kibriyâ sadece Allâhü Teâlâ’ya yaraşır, ona mahsustur. Onun sıfatlarından biri de “el-Kebîr” mübârek ismidir. Âyet-i celîle ve hadîs-i şerîflerde övülmüş olan ilim, Allâh korkusuna götüren ilimdir. Nitekim âyet-i celîlede: “Allah korkusunu kulları içinden ancak âlimler duyar” buyuruldu.

Âlim ilmi sebebiyle tevâzu eder, Allâh’dan hayâ ettiğinden kimseye kibirlenmez, Cenâb-ı Hakk’ın azabından emîn olmaz. Bilir ki Allâhü Teâlâ verdiği nimeti alabilir. Nitekim âyet-i celîlede “Allâh’ın azabından ancak ziyana uğrayan bir zümreden başkası emin olmaz” buyuruldu.

Peygamberler aleyhisselam hazretleri insanların en âlimi olduklarından Allâh’dan en çok onlar korktular ve onlarda asla kibir ve ucub; kendini beğenmek olmadı. İnsana hiç kimseye kibirlenmemek yaraşır.

İnsan, cahil bir kimseyi görünce ‘Onun bir mazereti var, benim mazeretim yok,’ demeli, kendisinden yaşlı bir kimse görünce ‘Bu benden çok ibâdet etmiştir’ demeli, yaşça küçük birini görünce ‘Benim Allâh’a isyanım bundan fazladır.’ yaş ve ilimce kendine dengini görse ‘Ben hâlimi ve noksanlarımı bilirim, ama onu bilemem,’ bir kâfir görse, ‘Âkıbeti Allah bilir, belki o Müslüman olarak ölür ben onun hali üzere ölebilirim’ vahşi ve korkunç hayvanlar görse ‘Bunlara azab olmayacak, benim halim ne olur?’ demelidir.

İnsan böylece bütün gayreti ile kendisini güzel ahlak ile süslemelidir. Âkibet sadece Cenâb-ı Hakk’ın malûmu olduğundan kişinin kendi ayıplarını görmesi başkasının ayıplarını görmesine mâni olur.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Şeyh Ebû Saîd (K.S)
« Yanıtla #1088 : 30 Kasım 2013, 10:46:10 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Kim sıkıntı anında Âyetü’l-Kürsî ve Bakara sûresinin son iki âyetini (Âmene'r-rasûlü…) okursa Allâhü Teâlâ ona sıkıntısında yardım eder.”
(Hadîs-i Şerîf, Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr)




29
Kasım Cuma 2013

Hicrî: 26 Muharrem 1435 - Rûmî: 16 Teşrin-i Sânî 1429



Şeyh Ebû Saîd (K.S)

Silsile-i Sâdât'ın yirmi dokuzuncu halkası olan Mevlânâ Şeyh Ebû Saîd (k.s.) Hazretleri 2 Zilkade 1196 (M.1782) senesinde Hindistan’ın Rampur şehrine bağlı Mustafa âbâd beldesinde doğdu. Nesebi İmâm-ı Rabbânî Hazretlerine ulaşır. Babası Şeyh Safiyyü'l-kadr hazretleridir. On bir yaşında iken Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledi. Aklî ve naklî ilimlere son derece vakıf idi. On dokuz yaşında tahsîlini tamamladı. Tarîkat-ı Müceddidiyye-i Nakşibendiyyeyi, babasından öğrendi. Şeyh Abdullah Dehlevî Hazretlerinin sohbetine katıldı. Abdullah Dehlevî (k.s.) onu tazim ve tekrimle karşıladı ve irşad makamına oturmasını işaret etti. Ancak Ebû Saîd Hazretleri, ben bunun için değil istifade ve hizmet için geldim, deyince birçok iltifatta bulundu.

Birkaç ay sohbetine devam ettikten sonra Abdullah Dehlevî (k.s.), icazet ve hilafet verdi; birçok müridini ona havale etti. Sık sık “Müridin iradesi, Ebû Saîd'in iradesi gibi olmalı. Zira o, irşad makamını bırakıp müridliği tercih etti.” buyururlardı. Ebû Saîd (k.s.), Abdullah Dehlevî Hazretlerinin sohbetine tam on beş sene devam etti.

Abdullah Dehlevî'nin (k.s.) hastalığı şiddetlenince, üstazının kendisine yazdığı mektuplar üzerine yerine oğlu Ahmed Saîd'i (k.s.) bıraktı ve Leknev'den Dehli'ye, Üstazının huzuruna geldi. Vefatından sonra irşad makamına oturdu. Şerîat-i mustafaviyyenin yücelmesi, tarîkat-ı nakşibendiyye-i ahmediyyenin yayılması için büyük gayret gösterdi. Yaklaşık dokuz sene irşad makamında bulundu.

1249 (M.1834) senesinde hac vazifesini ifa için Haremeyn-i Şerifeyn'e gitti. Burada üç ay kadar kaldı. Sonra Medine-i Münevvereye gitti. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) manen iltifatlarına mazhar oldu. Dönmek için yola çıktı. Lunk şehrine varınca hastalığı şiddetlendi. 1250 (M.1835) senesi, Ramazan Bayramı günü öğle ile ikindi arasında ruhunu teslim ettiler. Namazı kılındıktan sonra tabutunu alıp Dehliye götürdüler. Kırk gün sonra Dehliye ulaşıp naşını tabuttan çıkarıp kabre koyduklarında daha yeni yıkanmış gibi hiçbir değişme olmamıştı.

Kabr-i şerifleri Dehli’de, üstazı Şeyh Abdullah Dehlevî Hazretlerinin kabirlerinin yanındadır. İrtihaline 'Yünevvirullâhu mazceahû' ibâresi tarih düşülmüştür.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Muhakkak şeytan hortumunu âdemoğlunun kalbine koyar. Eğer Allâhü Teâlâ’yı zikrederse geri çekilir. Allâhü Teâlâ’yı unutur, zikretmezse geri dönüp kalbini sarar.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü’l-Îmân)




30
Kasım Cumartesi 2013

Hicrî: 27 Muharrem 1435 - Rûmî: 17 Teşrin-i Sânî 1429

Türbe ve Tekkelerin Kapatılması (1925)


Felak ve Nâs Sûrelerinin Faziletleri

Ukbe b. Âmir (r.a) şöyle anlattı: Resûlullah (s.a.v.) ile beraber Cuhfe ile Ebvâ arasında yürüyorduk. Bu esnada şiddetli bir rüzgar ve zifiri bir karanlık bastırdı. Resûlullah (s.a.v.) Kul Eûzü bi Rabbi’l-felak ve Kul Eûzü bi Rabbi’n-nâs sûrelerini okuyarak Allâhü Teâlâ’ya sığınıyordu. Şöyle buyurdu:

Ya Ukbe! Bu iki sûre ile (Allâh’a) sığın. Zira hiçbir sığınan bunların benzeri ile (Allâh’a) sığınmamıştır.


Hz. Dâvud Aleyhisselâm

Hz. Dâvud, Yakub aleyhisselâmın oğlu Yehuda'nın neslindendir. İşmuil aleyhisselâmın irtihâlinden sonra kendisine peygamberlik verilmiş, kayınpederi Tâlût vefat edince de İsrâiloğulları'na peygamber ve hükümdar olmuştur.

Hz. Davud'a verilen Zebur kitabı, hep va'azlardan, ilahiyattan, münâcâttan ibaretti. Dînî hükümleri ihtiva etmiyordu. Hz. Davud, Musa aleyhisselâmın dini ile amel etmiştir.

Dâvud aleyhisselâmın sesi pek güzel idi, Zebur'u okudukça işitenler pek rûhânî zevkler içinde kalırdı. Bir mucize olmak üzere mübarek elleriyle demirleri mum gibi yumuşatır, bunlardan zırh yapar, kendi elinin emeğiyle yiyeceğini temine çalışır, devlet hazînesinden para almak istemezdi. Adaletle hükmeder, insanlara daima öğütler verirdi. Kudüs-i Şerîf'i fethederek payitaht yapmış, Umman beldelerini, Haleb'i, Nusaybin'i, Ermenistan'ı zaptetmiş, kırk sene peygamber ve sultan bulunduktan sonra yetmiş yaşında âhirete irtihâl buyurmuştur.

Karbonmonoksit Zehirlenmesinde Ne Yapılır?

Doğalgaz zehirsizdir. İyi yanmamaktan dolayı karbonmonoksit gazı artıp oksijenin eksilmesi zehirlenmeye sebep olur. Kusma, baş dönmesi ve halsizlik zehirlenme belirtileridir.

Bu gibi zehirlenme belirtileri halinde;

• Kapı ve pencereyi açıp, mekânı havalandırınız, temiz havayı teneffüs edebileceğiniz açık alana çıkınız,
• Yardım isteyiniz,
• Vaziyete göre sağlık kuruluşlarına başvurunuz.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Eş-Şeyh Muhammed Nûru'l-Bedvânî (k.s.)
« Yanıtla #1090 : 02 Aralık 2013, 02:19:01 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Kim bir yerde konaklar ve “Eûzü bi-kelimâtillâhi’t-tâmmâti min şerri mâ halak” derse oradan ayrılıncaya kadar ona hiçbir şey zarar vermez.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)




01
Aralık Pazar 2013

Hicrî: 28 Muharrem 1435 - Rûmî: 18 Teşrin-i Sânî 1429

Timur'un, 57 Yıldır Rodos Şövalyelerinin Hüküm Sürdüğü İzmir'i Kuşatması (1402) • Kore'de Kunuri Zaferimiz (1950)


Eş-Şeyh Muhammed Nûru'l-Bedvânî (k.s.)

Silsile-i Sâdâtın yirmi altıncı halkası olan Şeyh Nûr Muhammed Bedvânî (k.s.) zâhirî ve bâtınî ilimlerde zamanında tek idi. Muhammed Ma’sum Hazretlerinin oğlu Şeyh Seyfeddîn Hazretlerine intisab etmiş, senelerce onun hizmetinde bulunmuş ve onun huzurunda Makâmât-ı Ahmediyyenin sonuna kavuşmuştur.

Kendilerine -beş vakit namaz dışında- tam on beş sene kuvvetli bir istiğrak ve cezbe galip olmuştur. Beş vakit namazda bir hafiflik olur, namazdan sonra istiğrak devam ederdi.

Muhammed Bedvânî Hazretleri, takva ve verâ sahibi idi. Peygamber Efendimiz’in  (s.a.v.) sünnetine sımsıkı sarılmaya, onun ahlâkıyla edeplenmeye, onun yolundan gitmeye çok ehemmiyet verir, içindekilerle amel etmek için siyer ve ahlâk kitaplarını yanından hiç ayırmazdı.

Yediklerinin helâl olması için son derece ihtiyatlı hareket eder, hatta ekmeğini kendi pişirirdi. Çok acıktığı zaman ekmeğinden bir parça alıp yer, sonra murakabeye devam ederdi. O kadar ki, murakabe yapmaktan dolayı beli bükülmüştü. “Otuz seneden beri, yiyecekle alakalı aklıma bir şey gelmedi. Acıktığım zaman ne bulursam onu yerim.” buyurmuşlardır.

Kazançlarında şüphe bulunan kimselerin yemeklerinden asla yemezlerdi.

Kendisine dünyaya düşkün birisi yemek getirdi. “Bunda zulmet eseri görülüyor, bu yemeği iyice bir araştırınız.” buyurdular. Mirza Cân-ı Cânân Hazretleri de üstazının emrine uyarak bakıp araştırdı ve ‘Bu yemek helâldir. Ancak riya için yapıldığından dolayı üzerine zulmet inmiş.’ dediler.

Dünyaya aşırı rağbet eden gafil biri kendisinden bir kitap ödünç alsa, geri getirdikten sonra o kitabı üç gün okumaz ve “Bu kitabın kapağını, cildini gafillerle beraber kaldığı için zulmet kaplamış.” buyurur, kendi yanlarında kalmanın bereketiyle zulmet gittikten sonra okurlardı.

Muhammed Bedvânî Hazretleri, Zilkâde ayının on birinci günü Hicrî 1135 (m. 1723) senesinde âhirete irtihal buyurdular. Kabr-i şerîfleri Hindistan’ın Delhi şehrindedir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Osman Gazi'den Oğlu Orhan Gazi'ye Nasihatler
« Yanıtla #1091 : 02 Aralık 2013, 02:22:22 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Evine girdiğin zaman ev halkına selâm ver ki evinin hayır ve bereketi çoğalsın.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr)




02
Aralık Pazartesi 2013

Hicrî: 29 Muharrem 1435 - Rûmî: 19 Teşrin-i Sânî 1429

Mars'a İlk Vasıtanın İnişi (1974)


Osman Gazi'den Oğlu Orhan Gazi'ye Nasihatler

Ey oğul, dinî vazifelere gösterdiğin ihtimam ve dikkati diğer işlerinin önünde tutmaya devam et. Zira dinin farzlarına dikkat, dinin ve devletin düzgün olmasına sebeptir.

Dininde gayreti olmayan veya dinsizliğe ve itikatsızlığa meyleden, büyük günahlardan kaçınmayıp sefâhete ve israfa dalan şahısları devlet işlerinde istihdam etme. Zira Cenâb-ı Hakk’tan korkmayan, kullarından hiç korkmaz. Büyük günah işleyende sadakat olsa, ümmeti olduğu peygamberinin sünnetine uyar.

Zulümden ve bid‘atten son derece sakın. Seni zulüm ve bid‘ate teşvik edenleri devletinden uzaklaştır. Çünkü onlar senin zevâline çalışanlardır.

Haksız yere hiçbir kimseye lâyık olmadığı muamelede bulunma, kin ve garazdan uzak dur, doğru yoldan ayrılma.

Cihâdı aslâ terk etme.

Sadakatle Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmak için ömrünü harcayan devlet adamlarının hatırını gözet, onlar vefat ettikten sonra evlat ve ailelerini himaye eyle.

Âlimler, edipler ve kâtipler devlet bedeninin kuvveti mesâbesinde olduklarından bunlara iltifat ve ikram etmeye gayret et.

Bir diyarda bir kemâl sahibi bulunduğunu işittiğinde bir vesile ile getirip dirlikler ve ihsanlarla memleketinde yerleşmesini temin et.

Askere ve mala asla mağrur olma.

Benden ibret al ki, bu diyarlara zayıf bir karınca gibi gelip hak etmediğim halde Allâhü Teâlâ’nın bunca büyük yardımlarına mazhar oldum.

Allâh’ın hakkını ve kullarının hakkını gözet. Her işinde Allâh’ın yardımına sığın.

Müslümanların beytülmâlini muhafaza et, devletin servetini çoğaltmaya çalış.

Lüzumlu masrafların haricinde masraf yapmamağa çok dikkat et.

Senden sonrakilere bu şekilde nasihat etmekten geri durma.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Kim diline ve ırzına kefil olursa ben de onun cennete girmesine kefîl olurum.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




03
Aralık Salı 2013

Hicrî: 30 Muharrem 1435 - Rûmî: 20 Teşrin-i Sânî 1429

Kıyafet Kanunu'nun TBMM'de Kabulü (1934)


Hz. Zekeriyyâ Aleyhisselâm

Hazret-i Zekeriyyâ, Süleyman aleyhisselâmın neslindendir ve kendisine peygamberlik ihsan olunmuştur.

Hazret-i Zekeriyyâ'nın refikası (hanımı) Îşâ'nın kızkardeşi Hanne, kocası İmran’dan Meryem adında bir kız doğurmuştu. Hanne evvelce kızını Beytü'l-Makdis'in hizmetine vakfetti. Zekeriyyâ aleyhisselâm da onu alıp teyzesi Îşâ'nın yanına götürdü. Meryem, teyzesinin yanında büyüdükten sonra Beyt-i Makdis'te kendisine ayrılan bir hücrede ibâdet ile meşgul oluyordu. Bu pek nezih, iffetli olan kız, koca yüzü görmediği halde Allâhü Teâlâ'nın bir kudret ve hikmeti eseri olarak gebe kaldı, Hazret-i Îsâ'yı dünyaya getirdi.

Yahudiler, Hz. Îsâ'nın babasız olarak doğmasından şüpheye düştüler, “Babasız çocuk olamaz!” dediler. Halbuki, Âdem aleyhisselâmın hem babasız hem de anasız olarak yaratılmış olduğuna inanıyorlar, Hazret-i Îsâ'nın da bir hârika-i hilkat olduğunu görüp duruyorlardı. Nihayet, Yahudiler Yahya aleyhisselamdan sonra Zekeriyyâ aleyhisselâm gibi kadri pek âlî ve masum bir peygambere iftira ederek, yüz yaşında iken şehîd ettiler.


Safer Ayı İctima'ı, Ru'yet ve Başlangıcı

Hicrî Kamerî 1435 yılı Safer ayı ictima‘ı bugün (03 Aralık Salı) Türkiye saati ile 02.23’de.

Ru’yet, ise yine bugün (03 Aralık Salı) Türkiye saati ile: 14.50’de.

Hilâl’in görüldüğü yerler: Hint okyanusunun kuzey batı kısmındaki adalar; Victoria adaları, Saint Denis, Mauritus, Madagaskar, Afrika kıtasının güney sahilleri hariç tamamı ile İran, Avrupa kıtasının kuzey kısmı hariç tamamı.

Hilal; Türkiye, Almanya, Avusturya, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarımadasından görülebilecektir.

Hilâlin görüldüğü günü takip eden 04 Aralık Çarşamba günü de Safer ayının 1’i olmaktadır.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
En Çok Hadis Rivâyet Eden Sahâbî Ebû Hureyre (r.a.)
« Yanıtla #1093 : 08 Aralık 2013, 19:17:05 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Allâh’ım! Şu kulcağızını (yani Ebû Hüreyre) ve annesini mü’min kullarına sevdir. Mü’minleri de onlara sevdir.” diye dua ettiler.
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)




04
Aralık Çarşamba 2013

Hicrî: 1 Safer 1435 - Rûmî: 21 Teşrin-i Sânî 1429

İnönü, Churchill ve Roosvelt'in Kahire Konferansı (1943)


En Çok Hadis Rivâyet Eden Sahâbî Ebû Hureyre (r.a.)

Ebû Hüreyre (r.a.) Hayberin fethi gecelerinden birisinde Yemen’den gelmiş ve Müslüman olmuştur. Medîne’ye gelince Ashab-ı suffe arasında bulunmuştur. Fakirlik ve ihtiyacın, hatta ölüm derecesine gelen açlığın bütün şiddetine tahammül ederek Resûlullâh’ın (s.a.v.) huzûru saâdetinden bir an bile ayrılmadığı için ilmi çoktu. Doğrudan Resûl-i Ekrem’den rivâyetlerinden  başka Ebû Bekir, Ömer, Übeyy ibn-i Ka’b radıyAllahu anhüm gibi sahâbenin büyüklerinden hadîs almış ve bütün bunları metîn, gâyet sağlam hâfızasıyla zabtederek rivâyet etmiştir.

Sahâbe içinde en fazla hadîs rivâyet eden Ebû Hüreyre’dir. 5374 hadîs rivâyet etmiştir.

Fırak-ı Dâlle Hz. Ebû Hüreyre’ye saldırıyorlar. Bilmiyorlar ki, ona saldırmakla dînî hükümlerin yarısına saldırmış oluyorlar. Çünkü; muhakkak âlimler dediler ki: “Dîni hükümlerde üç bin hadîs-i şerîf geldi. Yani şer’î hükümlerden üç bin adedi Resûlullah’ın sünneti (Hadîs-i şerîfleri) ile sâbit oldu. Bunların bin beş yüzü Hz. Ebû Hüreyre’nin rivâyeti ile sabit oldu. Binaenaleyh, Ebû Hüreyre hazretlerine saldırmak dînî hükümlerin yarısına saldırmaktır.”

İmam Buhârî hazretleri buyurdular ki, Ashâb-ı Kirâm’dan ve Tabiîn’den Ebû Hüreyre’den rivâyet edenler sekiz yüzden ziyadedir. Onlardan biri Hz. İbn-i Abbas (r.anhümâ)dır. Keza ondan Hz. İbn-i Ömer (r.anhümâ) rivâyet etti. Câbir bin Abdullah ve Enes bin Mâlik de onun râvîlerindendir.

Hz. Muâviye zamanında Medîne valisi tayin olunmuştur. Kendisi bizzat dağa gider, topladığı odunları yüklenir, satar, yarısını sadaka verir, yarısı ile de geçinirdi.

Ebû Hüreyre (r.a.), son günlerinde, ölüm hastalığında bir ara ağladı. Niçin ağlıyorsun? denilince “Elbette şu dünyanız için ağlamıyorum. Yolum uzak, azığım az. Cennete de cehenneme de düşebileceğim bir yokuşun üzerindeyim. Ben hangisine götürüleceğimi de bilemiyorum. İşte bunun için ağlıyorum” diye cevap vermiştir.

Hicrî 59 senesinde vefat etti ve Cennetü’l-Bakî’e defnolundu. (Radıyallâhü anhüm)




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"...Ey Ehl-i Kitap Size Resûlümüz Geldi..."
« Yanıtla #1094 : 08 Aralık 2013, 19:20:27 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki eğer bu ümmetten bir Yahudi veya Hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilen (Kitaba, dîn)e iman etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)




05
Aralık Perşembe 2013

Hicrî: 2 Safer 1435 - Rûmî: 22 Teşrin-i Sânî 1429

Nuruosmaniye Camii'nin İbadete Açılması (1755)


"...Ey Ehl-i Kitap Size Resûlümüz Geldi..."

Mâide sûresinin 19. âyet-i kerîmesini Elmalı’lı Hamdi Efendi şöyle tefsir etmiştir:

Allâhü Teâlâ kitabında, “Ey Ehl-i Kitap! Peygamberlerin arası kesildiği, bilinmez hale geldiği bir fetret zamanında sizin için İslâm dinini beyân etmeğe Resûlümüz Muhammed (a.s.) geldi. Ta ki ‘Bize müjde verici ve korkutucu gelmedi’ diye âhirette bahane ve özür etmeyesiniz. Muhakkak müminlere cennet müjdesini ve kâfirlere cehennem azabını beyan edici size geldi. Allâhü Teâlâ peygamberlerini mütevâliyen (peşpeşe) göndermeye ve (peygamber göndermeyip) fetretler yaratmaya kâdirdir.

Ey ehl-i kitap, ey Yahudiler ve Hıristiyanlar! Vahiylerin kesildiği, tağyir ve vahiy eserlerinin tahrif ile Hak dinin bilinemez, tanınamaz hale geldiği bir fetret zamanında size, sizin için Resûlümüz Muhammed Mustafa geldi. Beşeriyetin selâmet ve saadeti için acı tatlı her türlü hükümleri ve haberleri beyan ediyor ki yarın âhirette, ilâhi huzurda hesaba çekildiğiniz vakit ‘Bize ne bir müjdeci ne de korkutucu gelmedi. Biz bir fetret devri içinde kalmıştık’ demeyesiniz. İşte size tam bir müjdeci ve korkutucu geldi. Bundan böyle, öyle bir mazeret hakkınız kalmadı. Allâhü Teâlâ her şeye kadirdir. En ziyade irşada muhtaç bulunduğunuz bir fetret zamanında gönderilmiş olan bu peygamberin, bu ilahi nimetin kadrini takdir ediniz, ona kulak veriniz, itaat ediniz. Eskisi gibi inkârdan, nankörlükten, ahdinizi bozmaktan sakınınız, böylece günahlarınızın mağfiretini, affedilmesini isteyiniz ve biliniz ki sonunda dönüp dolaşıp Allâhü Teâlâ’nın huzuruna varacak ve bir mazerete imkân bulamayacaksınız, kendi azabınızı kendi eliniz ve iradenizle hazırlamış olacaksınız.

Ey Yahudi ve Hristiyanlar, elinizi kalbinize koyup salim bir vicdan ile bir düşünürseniz; Hz. İbrahim’in duâsı, Hz. Mûsâ’nın haberi ve Hz. Îsâ’nın müjdesi olan o peygamber bize gelmedi diyemezsiniz. Fetretler içinde karmakarışık olmuş, bin türlü tağyirat ve tahrifata uğramış olduğu halde yine o peygamberin geleceğini bildiren Tevrat ve İncil’den sonra Muhammed Resûlullah’ın geldiğini ve Kur’ân'ın her şüpheden uzak olarak mevcut bulunduğunu inkâr edemezsiniz.”