Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Bi Beş Dakkan Var mı?

Başlatan Fatihan, 09 Temmuz 2008, 21:46:51

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Fatihan

Büyükçe bir parkın banklarından birinde orta yaşlı bir adam uzakta
oynamakta olan oğlunu seyrediyordu. Bu sırada yanındaki banka bir kadın ilişiverdi
usulca. Kaydıraktan kayan kırmızı tişörtlü çocuğu işaret etti: “Şu kayan benim oğlum!”
“Allah bağışlasın, pek güzel bir çocuk!” dedi adam.

“Salıngaçtaki mavi gömlekli de benim oğlum!” Sonra saatine bakıp, oğluna seslendi,
“Ne dersin Ahmetçiğim eve dönelim mi?” Ahmet yalvarırcasına konuştu; “N’olur baba,
beş dakika daha!” Adam başını sallayarak onayladı. Ahmet salınmaya devam etti.
Aradan dakikalar geçti, adam oğluna tekrar seslendi: “Gidelim mi Ahmet?” Ahmet
tekrar yalvardı babasına, “N’olur baba, beş dakika daha!” Bu sırada, tahterevallide
bir arkadaş bulmuştu kendine. Adam tebessüm etti, yerine oturdu: “Tamam, tamam!”

Bu sırada kadının sesini duydu. “Ne güzel, pek sabırlı bir babaya benziyorsunuz!”
Adamın yüzünde buruk bir tebessüm belirdi, “Büyük oğlum Ali’ye geçen yıl tam
burada sarhoş bir sürücü çarptı. Onun acısı hâlâ yüreğimde. Ali ile yeterince vakit
geçiremedim. Şimdi hayatta olsaydı, bir beş dakika onunla birlikte olmak için neler
vermezdim ki! O gün, aynı hatayı Ahmet’te yapmayacağıma yemin ettim. O her
defasında sallanmak için bir beş dakika daha kazandığını düşünüyor. Ama aslında,
ben onu seyretmek için beş dakika daha kazanıyorum.”

Nice beş dakikayı bir sonraki saatin başına yetişmek için ayağının altına taş diye
alırsın. Aradan çıkarılası, önemsiz, kayda değmez bir süredir beş dakika... Saat
10’a beş varsa, yahut 10’u beş geçiyorsa, görmezsin beş dakikayı, yuvarlarsın
onu hiçliğe. Belki önce sen yuvarlanırsın iğretiliğe; “saat 10” dersin kısaca. Yok
gibidir beş dakika... O yok olmasa bile, sen yoksundur onun içinde... Kendini bir
türlü yakıştıramazsın beş dakikanın aynasına. Gölgelik bile değildir o. Telaşların,
koşturmaların hammaddesi, suskun ve uysal köşe taşları gibidir. Yontulup atılır
bir köşeye. Çıkıntıdır en fazla; pürüzsüz akıp geçen zamanın içinde kendinden
utanan bir tümsektir; ihmale gelir bir küsurattır.

Sığmaz ki insan beş dakikaya...

Beş dakikaya başını dayayıp uyuyamazsın. Beş dakikaya kalbini, arzularını, ideallerini
sığdıramazsın. Şöyle koltuğa kurulur gibi rahatça kurulamazsın beş dakikanın içine.
Hasta karyolasının ucuna bitişir gibi oturursun orada. Sanki düşecekmiş gibisindir
oradan. Birkaç dakikaya kalmaz kaldırılacaksındır. Az sonra son nefesini verecek, alıp
başını gidecek beş dakika... Kimsenin umurunda olmayan bir hasta gibi, kimsenin
umursamadığı son nefes gibi, kimsenin şehir nüfusundan düşmeyi düşünmediği sıradan
bir cenaze gibi...

Uzanamaz ki insan kalbi beş dakikaya...

Beş dakika eğreti durur. Sen de eğretileşip öyle girersin onun içine... Hatırı yoktur beş
dakikanın ömründe. Z/amansız bir bıçak sırtıdır o. Ne oradasın, ne burada. Sanki yastıktan
kalkmış bir başın ardı sıra bıraktığı bir çukur. Uyumuşluk alameti, mahmurluk nişanesi.
Beş dakika geldiği gibi gidecek bir gemi. Yandığı gibi sönecek ince bir kıvılcım. Adını
bilmediğin bir dağın hiç adım atamayacağın yamacında bodur bir ağacın dalından gece
yarısı düşüveren sarı kuru yaprak gibi düşer beş dakikalar ömrün rahminden... Kimsenin
canı yanmaz beş dakika tükenirken. Kimsenin içinden bir şey kopmaz beş dakika daha
ileri gitmişse zaman.

Göğsünden zoraki aşk emmeye çalışan üvey evladındır beş dakika...
Hiç ummadığın bir anda çıkagelirse, başını sokarsa kapıdan içeri sevinmezsin, sevine-
mezsin. Alıp başını giderse de aldırış etmezsin. Kaybını hesaba katmazsın. Eksikliğini
eksik bilmezsin.

Ömrün cüzdanında harcanacak bozuk paradır beş dakika...
Vitrinlerin parıltısıyla dilenen, billboardların ışıltısıyla dillenen tüketim dilencilerinin
ellerine bırakırsın onu umursamadan. Tesellileşirsin beş dakikalar üzerinden. Dilenciler
“hiç yoktan iyidir” deyip rahatlar ya bozuk parayı. Sen de “elini boş çevirmedim hiç
olmazsa” deyip rahatlarsın beş dakika ayırmakla. “Hiç yoktan iyidir!”lerin dizi dibinde
yetim bir çocuk gibi elbisesiz, süssüz, tesellisiz sürünür beş dakika...

Hayatın yırtık cebinden kayıp düşen yarı çiğnenmiş bir sakızdır beş dakika.
Köşede unuttuğun, küstüğün kırık ve puslu ayna gibi, yüzünün rengini, gözünün
ışıltısını çok görürsün ona. Gövdeni koymazsın karşısına.

Oysa, ömür dediğin ‘beş dakika’lardan ibaret değil mi?

Beş dakikaların içinde saklı oysa kelebeklerin çiçekleri göğe katan kanat çırpışları.

Beş dakikaların başında bekliyor oysa hiç lekesiz tebessümü sevenlerinin.

Beş dakikaların ortasında pusu kurmuştur oysa, ömür boyu sürecek sevdaların ilk
bakışı.

Beş dakikaların usulca örttüğü boşlukta kıpır kıpır yaşamaktadır sonralara sürgün
ettiğin aşkların yalımı.

Orada seni bekleyen “dudaklarına borçlandığın ve hiç ifade edilememiş sözlerin olmalı,
ürkek ve çekingen...”

Tir tir titreyen bir serçedir beş dakika avuçlarının içinde. Parmaklarının arasında bekliyor,
olan bitenden habersiz... Bir dokunsan gözlerinle, bir okşasan sözlerinle... Beş dakikaya
kalmadan kanat çırpacak serçe. Beş dakikaya kalmadan minik bedeninden dışarı taşacak.
Beş dakika içinde sonsuzun saklı olduğunu bilecek... Göklere hayat dolu bir kanat daha
değecek... Varlığın göğünde bir kanat da sen olacaksın beş dakikada... Varlığın göğsüne
bin can olacaksın beş dakikada... Çok geç kalıp da, “Bir beş dakika daha... N’olur bir beş
dakika daha...” demeden...


alıntı, s.demirci

ankebut-57

Âlimleri irfan sahib eden, üç harf ile beş noktadır.(عشقْ)
Mü'minleri duhûlü cennet eyleyen, beş harf ile üç noktadır. (ايمان)

www.ayasofya.org

Fatihan


zaman_1453